ALTIN ŞAFAK HERMETİK CEMİYETİ

images (9)

1) Altın Şafak Hermetik Cemiyeti Nedir?

Aşağıdaki alıntı Steven Cranmer’in Altın Şafak ile ilgili sıkça sorulan sorular yazısından alınmıştır:

“Altın Şafak Hermetik Cemiyeti (The Hermetic Order of the Golden Dawn) ruhsal, felsefi ve majikal gelişmeye adanmış inisiyatik bir cemiyettir. Altın Şafak tarafından etüt edilen kavramlar Yahudi Kabala, kadim Mısır ve Grek gizemleri, Hıristiyanlıktan bazı kesitler ile diğer birçok  Batı ezoterik geleneğin özgün bir sentezidir. (Israel Reagrdie’in Golden Dawn kitabında bulunan) “Tarih Diskuru”nda şöyle der:

“… üyelerinin Okült Bilimi ve Hermes Majisinin ilkelerini öğrendiği, Hermetik bir Cemiyet olan Altın Şafak…”

(“The Order of the G.D. [Golden Dawn] is an Hermetic Society whose members are taught the principles of Occult Science and the Magic of Hermes.”)

“Altın Şafak 1887 yılında üç İngiliz Framason tarafından kurulmuştur, ve birkaç yıl için yüzlerce erkek ve kadını üye olarak kabul etmiştir. Esas Altın Şafak ritüel maji, kehanet (divination), simya ve felsefe ile ilgili günümüze dek benzeri görülmemiş ezoterik bir bilgi külliyatını üretmiştir. Kaos Maji ve Gardnerian wicca gibi görünüşte son derece farklı geleneklerin kökenlerini Altın Şafakta bulmak mümkündür. Sanatçıların (örneğin şair W.B. Yeats, yazar Arthur Machen) ve alimler (örneğin A.E. Waite) yaşamlarında derin bir etkisi olmuştur. Altın Şafak’ta öğretilen büyüleyici ruhsal gizemlerin her tür insanın yaşamında derin etkisi olmuştur.

“Altın Şafak “maji sistemi” hem ritüel ve kehanetin pratik hususlarında, hem de soyut metafizik kavramlarda öğrencileri eğitmek için bir araçtır. Altın Şafak malzemesi ağırlık olarak Batılı Yahudi-Hıristiyan, Grek ve Mısır kökenlidir ama yıllar içinde bazı doğu kavramlar da sistemine sızmıştır. “Hiyerarşik” veya “Matrikular” bir sistemdir. Bu demek oluyor ki, bazı bilgiler okült talimlerinde belirli bir seviyeye erişmiş öğrencilere ayrılmıştır. Derece sistemi aşağıdaki gibidir (bunların yanında tekabül eden klasik elementler, yedi kadim gezegen ve on “Sefira” veya Yahudi Kabalanın ruhsal “küreler” verilmiştir). Bu şemada öğrenci üstten başlar

UNVAN ELEMENT GEZEGEN SEFİRA
0 = 0 Neophyte (Neofit)
1 = 10 Zelator Toprak Malkuth (Krallık)
2 = 9 Theoricus Hava Ay Yesod (Temel)
3 = 8 Practicus Su Merkür Hod (İhtişam)
4 = 7 Philosophus Ateş Venüs Netzach (Zafer)
5 = 6 Adeptus Minor Ruh Güneş Tiphareth (Güzellik)
6 = 5 Adeptus Major Mars Gevurah (Metanet, Güç)
7 = 4 Adeptus Exemptus Jüpiter Chesed (Merhamet)
8 = 3 Magister Templi Satürn Binah (Anlayış)
9 = 2 Magus Chokmah (Hikmet)
10 = 1 Ipsissimus Kether (Taç)

“Neofit’ten Filozofus’a (Philosophus) dek dereceler Birinci veya Dış Cemiyeti kapsar. 4=7 ve 5=6 arasına “Portal” denilen bir derece vardır ve bu Dışsal Gizemlerden İçsel Gizemlere geçişte güçlü sembolizm içerir. Üç Adept dereceleri İkinci veya İçsel Cemiyeti kapsar(Kırmızı/Yakut Gül ve Altın Haç – Rosae Rubeae et Aureae Crucis), ve genelde sadece çok sıkı testleri geçenlere açıktır ve başka özelliklerinden dolayı seçilirler. Son üç derece (“Yüksek” Sefirot’a hitap eden) Üçüncü veya Üstatların Gizli Cemiyetini kapsar. Canlı beşeri insanların bu son mistik derecelere varabilir mi, varamaz mı konusunda çeşitli gruplarda epey anlaşmazlık vardır (Budizm’deki Budişatvalar gibi).

“Lütfen dikkate alın ki, bu sadece kısa bir özettir ve açıklık getirmek uğruna birçok ayrıntı verilmemiştir. Daha çok bilgi için referans bölümünde sıraladığımız birçok kitap ve makaleler yardımcı olabilir. Ayrıca Internet’te bulunan aktif Altın Şafak Mabetleriyle ilgili web sitelerinden de faydalanabilir.

“Bazıları ritüel majinin eski ve hatta batıl inançlara ilişkin yöntemleriyle bazı insanların neden ruhsal amaçlarını takip etmek isteyecekleri sorabilir. Mary K. Greer, Altın Şafak Kadınları (Women of the Golden Dawn) eserinde majinin farklı ilintileri olan birkaç tanımı olduğuna dikkati çekmiştir:

`Bazı yazarlar majiyi psiko-terapik çalışma olarak görürken (Örneğin Francis King ve Israel Regardie), başkaları onu tüm zıtlık içinde birliğin keşfi, tüm illüzyon, yanılsamanın içinde hakikat olarak tanımlamıştır.  W. B. Yeats sembollerle çağrıştırabileceğine inandığı “tek enerjik Akıl” ve onun kutbu “doğanın tek Hafızası” dediği şeyin bilgisini aramıştır. Ancak ben şahsen, en çok Florence Farr’ın maji tanımını beğeniyorum:  “Maji deneyimi sınırsız kılmaktır”, diğer bir deyişle maji bizi bağlayan ve zorlayan dünyevi ve ruhsal sınırlar sandığımız şeyleri kaldırmayı içerir. Biz her şeyi yapabiliriz çünkü bir Her Şeyiniz.” ‘

 

2) Altın Şafak ne anlama gelir?

Altın Şafak Hermetik Cemiyetinin İngilizce adı Hermetik Order of the Golden Dawn’dır. Kısaltma olarak GD veya HOGD kullanılır. Hermetik denildiği zaman birkaç şey akla gelir. Hermetizm efsanevi Üç Kez Yüce Hermes üzerinde kurulu bir mistik ve okült felsefi bir akımdır. Kökeni eski Mısır’dır, İskenderiye’de Grek felsefe ile kaynaşmış ve Ortaçağa dek Harranlı Sabiiler tarafından kabul görmüştür. Hermetizm astroloji, maji ve simya gibi okült ilimleri barındıran bir görüş olduğu için adeta okültizm ve ezoterizme eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Hermetik dendiği zaman akla gelen diğer bir anlamı fiziki ve mecazi olarak bir kap, şişe, kutu vs. gibi nesnenin hava almayacak şeklinde iyice kapalı olmasıdır. Bu açıdan okült çalışmaların dış dünyadan tamamen tecrit edilmiş bir şekilde yapıldığı bir ortam, mabet veya loca akla getirebilir. Diğer bir bağlantı ise Hermes ve Hanok, Enok veya Hz. İdris’in aynı kişi oldukları söylenir. Altın Şafak Hermetik Cemiyetinin en önemli öğretilerinden biri Enokyan (İdrisi) maji denilen bir sistemdir.

Altın Şafak ismine gelince, güneşin doğması mecazi olarak Kabala Hayat Ağacı Etz Hayim’in 6. küresi (Sefira Tifaret) uyarılmasıdır. Bu Sefira güneş küresidir ve bedendeki yeri kalptir. GD Cemiyetinde 5=6 Adeptus Minor inisiyasyonu Tifaret’e inisiye olma anlamına gelir. GD Adeptus Minor’a insiye olan bir Gül Haç örgütü olan ikinci Cemiyet, Yakut (kırmızı) Gül ve Altın Haç cemiyetine inisiye olur. Gül Haç sembolü iki kolunu iki tarafına açmış insan ve gülün sembolize ettiği açılmış kalp çakrası anlamına geldiği söylenir. Dolayısıyla Altın Şafak ve Gül Haç sembolleri birbirleriyle örtüşür. Bu açıklamayı yazılı olarak başka hiçbir yerde bulamazsınız.

Son kelime cemiyete gelince, bunun İngilizce aslı Order’dır. Order’in birkaç anlamı vardır. Burada kullanıldığı anlam örgüt, cemiyet, hatta tarikattır. Order ayrıca düzen, tertip anlamına gelir. Bu da aklımıza disiplinli bir örgüt getirir. Her şeyin belirli kurallara göre işlediği ve sistemin kişiye öncelikli olduğu bir yapı. Bu açıdan kültten farklıdır. Bir kült, karizmatik bir kişinin etrafında örgütlenmiş her türlü istismara açık bir tarikattır. Order kendi ayakları üzerinde durabilen güçlü kişileri barındırır, onların gelişmesini sağlar, kült ise insanların zaaflarıyla beslenir. Gerçek bir ezoterik order ender bir organizasyondur, modern GD örgütlerinin çoğu bu tanımdan eksiktir.

Altın Şafak Hermetik Cemiyetinin gizli evrakları ortaya çıktığı zaman son derece karmaşık bir sistem olduğu anlaşıldı. Çok sıkı imtihanlarından geçip Adept derecelerine varan bir kişi birçok konuya hakim olması gerekir. Nihai olarak tüm sistemin bir şekilde çok farklı bilgileri sentezleyip birbirine geçmeli bir yapı oluşturduklarını fark edecektir. Tüm amacı bir tür üniversite görevi görmekten ziyade, kişinin dönüşümünü sağlamaktır.

 

3) Altın Şafak Hermetik Cemiyeti ne zaman ve nerede kuruldu, kökeni nedir?

Kökenleri Gül Haç örgütüne dayandığı iddia edilen Altın Şafak Hermetik Cemiyeti 1888 yılında İngiltere’de ezoterik ve inisiyatik bir cemiyet  olarak kurulmuştur. 1937 yılında öğretilerinin çoğu gizlilik yemini bozan bir üyesi tarafından açıklanmıştır. Esas olarak Londra’da 1888 yılında kurulan Altın Şafak Cemiyetinin Isis-Unrania Mabedin kurulan üçüncü mabet olduğu iddia edilir, bunların birincisi 1807 yılında Frankfurt’ta kurulan ve sonradan ‘Aurore Naissante’ (Yükselen Şafak) olarak Fransa’da ortaya çıkan ve aynı anlama gelen ‘Loge sur Aufgehenden Morgenrothe,’ idi. İkincisinin ismi İbranice olup ‘Chabrath Zerek Aour Bokher,’ (Parlayan Işık Cemiyeti) idi. Bunların dışında Altın Şafak öncesi Westcott’un başkan olduğu ve halen sürmekte olan SRIA (Societe Rosicruciana in Anglia – İngiliz Gül Haç Cemiyeti) bulunmaktaydı, bu Cemiyete sadece yüksek dereceli Framasonlar girebilirdi. Amacı Gül Haç, Hermetizm, Kabala, Simya gibi konuları araştırmaktı ve Gül Haç’ın inisiyasyon ve derece yapısı ile paralellikleri vardır.

 

4) Altın Şafak Hermetik Cemiyetinin Silsile Sorunu Nedir?

Ezoterik  cemiyetlerde silsile belirli bir önem taşır. Ezoterik örgütler geçmişlerinin kadim çağlara indiği, önemli kişilere ve olaylara bağlantılı olduğunu söylerler. Bu konuda iki görüş vardır: 1) Bunlar doğrudur ve gizli örgütler binlerce yıldır ara vermeden hayata kalıp belirli bir silsileyi gerekirse yer altında gizlenerek korumuştur, 2) Ezoterik örgütler nispeten modern dönemlerde ortaya çıkmıştır ve daha ilginç gözükmek veya ilahi veya tarihsel bir yetki görünümü kazanmak için kendilerine kadim bir geçmiş uydurmuşlardır. Bu iki görüş de Altın Şafak konusunda görebiliriz. Birinci görüşe sahip olanlar Altın Şafak öğretilerinin kökeni çok gizli bazı gizli örgütlerden kaynaklanmakta. Üçüncü Order/Cemiyet denilen bu örgüt ileri seviyede bazı adeptler (maji üstatları) içermektedir. İkinci görüşe göre Westcott ve Mathers Altın Şafak Cemiyetini yaptıkları araştırmalardan sonra yaratmışlardır, Gizli Üstatları ve Şifre El Yazmasını uydurmuşlardır. Diğer bir görüşe göre Şifre El Yazması gerçek bir belgedir ve Altın Şafak ona dayanarak yaratılmıştır, ama herhangi bir üstat ile irtibat kurulmamıştır. Bir kısım Altın Şafak takipçisi de kökenin değil  içeriğin önemli olduğunu  söyler.

1937 yılında daha önce gizli olan Altın Şafak evraklarının yayınlaması ile bu örgüte üye olmadan bilgilerine ulaşmak mümkün olduğu gibi günümüzde birkaç farklı örgütlenme olmuştur. Kurulan bu cemiyetlerde doğru silsile ve el verme, sözlü ve gizli bilgiler, diğer geleneksel ekollerle Altın Şafak öğretilerin karıştırılması veya karıştırılmaması gibi tartışmalar çıkmıştır. Altın Şafak veya kısacası GD öğretileri akademisyenlerin de araştırdıkları ve hakkında yazı sundukları belirli bir araştırma branşı haline gelmiştir.

Erken GD dediğimiz Cemiyet 1937 yıldan önceki cemiyettir. Modern gruplar çoğu kez erken GD ile bir bağları olduğunu söylemek isterler. Bu hem prestij, hem de doğru aktarım konularında ağırlık kazandırır. Bunun dışında GD’nin yetki aldığı gizli Gül Haç odakları ile bağ kurmak isteyenler olmuştur. Hem Westcott, hem de Mathers bu tür iddialara sahiplerdi. Daha önceki dönemlerde Kenneth MacKenzie ve Lord Bulwar Lytton böyle iddialarda bulunmuştu. Bu Gül Haç bağları genelde Almanya gibi  Orta Avrupa’dan kaynaklanmaktadır. GD’nin Stella Matutina fraksiyonu Mathers ile bağlarını kopardıktan sonra başkanları Dr. Felkin Almanya’da uzun araştırmalar yaptı. Tanıştığı bazı Gül Haçlılar Mason olmadan kendisiyle diyaloga giremeyeceğini söyleyince İngiltere’ye dönüp Framasonluğa inisiye olmuştur. Avrupa’ya döndüğünde aradığı Üstadı Rudolf Steiner’de bulduğunu ilan etmiş ve kendisinden pek çok uygulama almıştır. Ancak bu dönemden sonra Steiner ritüel uygulamaları terk edip kendine has farklı yönlere gelişmeye başlamıştır.

 

5) Derece Hiyerarşisi Üstekilerin Yararına Bir Dümen Mi?

Aşağıdaki alıntı Steven Cranmer’in Altın Şafak ile ilgili sıkça sorulan sorular yazısından alınmıştır:

“Velhasıl, Majikal Örgütler bile beşeri varlıklardan, yani insanlardan oluşur. Bazıları da ‘inançlılardan’ faydalanır. Bu birkaç şekilde olabilir. Bir tutam bilgi için aşırı aidatlar, majikal güçler ve kadim kaynaklarla ilgili kuyruklu yalanlar, ilerlemeden önce terapi zorlama, rahatsız edici inisiyasyonlar veya farklı bir fikir sahibi olanlara ihraç. Her şeyde olduğu gibi karar vermeden önce cavdaet emptor (Latince: Alıcı dikkatli ve tedbirli olsun, sorumluluk onda) uygulamak gerek.

“Yine de, derece hiyerarşinin iyi yönleri vardır. Her şeyden önce eğitim kurumlarında uygulanan sistemle paralelliği düşünün. Okumayı öğrenmeden önce alfabeyi öğrenmek gerekir ve bir romanı anlamadan önce okumayı öğrenmek gerekir. Ayrıca majikal talim kişinin değişik bilinç tarz ve bölgelerinde keşif yapmasını içerir. Bu deneyim de çarpıcı, ürkütücü ve hatta  tehdit edici olabilir. İçsel yolculuk için gerekli araç ve dayanma gücü kazanmadan önce psişinin bazı taraflarına hiç girmemekte fayda vardır.

“Gizlilik sorunu hem Internet’te hem dışında birçok forumlarda sıkça tartışılan bir sorundur ve genelde esas Altın Şafak “sırlarının” çoğu yayınlanmıştır veya yayınlanmak üzeredir. Ancak yine de bazı hususları belirtmeye gerektirecek kadar sık  ortaya çıkmaktadır. Neden bazı şeyleri gizli tutmakta fayda vardır? Diye sorabilirsiniz, eh…

  • “Her şeyin birden bire elinize verilmemesinde fayda vardır. Eğer bir Agatha Christie detektif romanı okuyorsanız veya bir fizik deneyi ile çalışıyorsanız, hemen başı atlayıp sonuca atlamak deneyimden bir şeyler eksiltebilir.
  • “Birçok kişi ciddi çalışan bireylerin bulunduğu kapalı bir toplulukta bir “Grup Bilinç”inin geliştiğini öne sürerler. Burada “Gizlilik” (ona bazen açgözlü bilgi stoklamadan ayırmak için “Sessizlik” denilir) sadece tüm dünyanın kendi işlerinden haberdar olmalarını istemeyen birbirine yakın ilişkili bir grup insanın mahremlik, adanma ve bütünlüğün doğal gelişimi anlamına geliyor. Tabii ki, onların “işleri” tüm insanlığa fayda getirme iddiasında olan bir geleneği yaymayı içerirse, o zaman basit mahremiyet hususu ile gizliği haklı kılmak zorlaşıyor.
  • “Malumat ve bilgi arasında bir çizgi çizmek gerekir. Bir sanatın (kitaplarda da bulunabilir) temel malumatları ve (kelimelerle tam ifade edilemeyen) deneyimsel birikimlerle gelişen fiili yetiler arasında büyük bir fark vardır….

“Her şey bir yana, gizlilik kesin olarak bireye bırakılması gereken bir husustur. alt.magick grubunun moderatörü Tyagi Nagasiva’ın dediği gibi, ‘Gizlilik için pek çok iyi neden var, ama onu gerektiren çok az neden var.’ ”

 

6) Altın Şafak Öğretileri ve Uygulamaları Neyi Kapsar?

Altın Şafak Hermetik Cemiyeti Hermetik, okült, majikal, mistik  ve ezoterik öğretileri içeren inisiyatik bir örgüttür. Öğretileri Kabala, Maji, Astroloji, Tarot, Enokyan Sistem, Simya, Remil vs. içerir. Bu öğretiler farklı kökenlerden gelir, Remil, simya, astroloji, maji önemli ölçüde veya tamamen Araplardan gelmiştir, Tatva sistemi Hint kökenlidir, bunun dışında eski Mısır Tanrıları, Grek majisi, Yahudi Kabalası, Hıristiyan Gnostik öğretiler bulunur. Ayrıca Anadolu’nun da parmağa yok değildir, Hermetik Külliyatı Corpus Hermeticum Harranlı Sabiiler tarafından korunmuştur. Harranlılar GD’nin majikal sisteminde önemli bir yer kaplayan astrolojik ve gezegensel majiyi aktarmıştır. Ayrıca Gül Haçlıların İslami kökenleri olduğu söylenir.

 

7) Altın Şafak Bir Din Midir?

Aşağıdaki alıntı Steven Cranmer’in Altın Şafak ile ilgili sıkça sorulan sorular yazısından alınmıştır:

“Altın Şafak bir din midir? Kesinlikte hayır. Her ne kadar dini ve metafizik kavramlar Altın Şafak külliyatında önemli bir yeri olsa da: Cemiyet hususlarından hiçbirinde (Neofit İnisiyasyon töreninde geçen bir sözde: `there is nothing contrary to your civil, moral, or religious duties’) “medeni, ahlaki veya dini vazifelerine ters düşen hiçbir şey yoktur.” Bu belki de inisiyasyon yapısının  önemli kaynaklarından biri olan Masonluktan geçmiş temel bir adettir. Altın Şafak’ta dini tolerans yaygın bir şekilde işlenen bir temadır, zira (aynı törende) şu husus hatırlatılır: “Unutmayınız ki tüm dinlere karşı saygınız vardır, zira aralarında erişmeye çalıştığınız o tarif edilmez Işıktan bir Işını barındırmayanı yoktur” (“Remember that you hold all Religions in reverence, for there is none but contains a Ray from the Ineffable Light that you are seeking.”)

“(Not:: yukarıdaki yemin/taahhütlerin metni Regardie’nin yayınlanmış Stella Matutina ritüeller içeren “The Golden Dawn” kitabından alıntıdır. Muhtemelen bazı modern gruplar bu taahhütleri değiştirmişlerdir – özellikle ritüeller, üyelik ve hatta Cemiyetin varlığını gizli tutma bölümünü. Tabii ki, herhangi bir cemiyete üye olmadan önce bu tür şeyleri araştırmakta fayda vardır.)

“Okült” olan her şeyi “Şeytani” ve/veya pagan görenler bilsinler ki, Altın Şafak’ta dereceler hiyerarşisine tırmandıkça yüksek dereceler giderek daha Hıristiyan özellikler kazanmaktadır. 17. asra dek geçmişi olan mistik/efsanevi bir Hıristiyan örgütü olan Gül Haçlıların etkisi güçlüdür. Diğer yandan, Hıristiyanlığın ağır etkisinden sakınanlar hayal kırıklığına uğramasın, zira Altın Şafak’ta neredeyse her görüşü tatmin edecek sembolizm vardır: Yahudi Kabalası, İslam, Hinduizm, Eski Mısır ve Grek Gizemleri, hatta Kelt mitleri bile Altın Şafak sistemine önceden işlenmiştir.

“Son bir söz olarak, bu satırların yazarı dini ayrımcılığın Altın Şafak’ta yeri olmadığını içten inanırken, bu görüş herkes tarafından paylaşılmadığı görülmüştür. Örneğin, bazı Altın Şafak grupları kesin bir şekilde Thelemitleri İkinci Cemiyete almamaktadır. Eğer biri bunu bana doğrularsa veya benzeri bir uygulamayı veya uygulamaları sağlarsa, bilmek isterim. Böylece bu tür şartları koyanları aşağıda belirtirim.”

 

8) Israel Regardie Kimdi?

Aşağıdaki alıntı Steven Cranmer’in Altın Şafak ile ilgili sıkça sorulan sorular yazısından alınmıştır:

“Dr. Francis Israel Regardie (17 Kasım 1907 – 10 Mar 1985, Ad Maiorem Adonai Gloriam,veya `Tanrımızın büyüklüğüne’) Altın Şafak’a nispeten geç girenlerdendi, yaklaşık olarak 1934 yıllında Felkin’in Stella Matutina’sının Hermes Mabedine kabul edilmişti. Gizlilik yemini bozarak The Golden Dawn (Altın Şafak) eserini yayınlayarak kötü bir ün kazanmıştı. Bu eser O=O dan 5=6’ya dek Cemiyetin tüm ritüelleri, “bilgi tebliğ” ve “diskur” evraklarını içermekteydi

“İlk başta G.D. amirlerinin kınanmasına karşın, son zamanlarda genelde haklı görenler çoğunluktadır. Cemiyet evraklarının yayınlanması Altın Şafak’ın zamanın sislerinde kaybolup yok olmasına önlediği kesindir. Birçok modern Altın Şafak Cemiyeti “Regardie” den “el alma” iddiasındadır, dolayısıyla yeterince affedildiği gözükmektedir. Yaşamının son yıllarında bazı farklı Altın Şafak Cemiyete görevini devam etme yetkisi vermiştir.

“Yakın zamanlarda, Regardie’nin altın Şafak evrakları yaymadaki rolü sorgulanmıştır. 14 Nisan 1994 yıllında O.T.O.’nun Genel Hazinedarı şöyle yazmıştır:

” ‘Regardie’nin Golden Dawn eseri Israel Regardie ile Gerald Yorke arasında ortak bir girişimdi. Bana Frances (I. Regaride) bizzat anlattığı gibi Yorke evrakları tedarik etti. Crowley’nin Equinox Vol.I yayınlandığından beri Yorke’ın ailesi Crowley ve Altın Şafak ile ilişkisini açıklamaması konusunda uyarılmıştı. Buna hiç şaşmamak gerekir, zira ailesi İngiliz Kraliyet tahtına uzak değildi ve bu halen devam etmektedir. G.D.eseri basılmak üzereyken, bu yasak Yorke’un sessiz ortak rolünü üstlenmesi için yeteri kadar ciddiydi. Yaşamının son yıllarında Gerald mahrumiyetini biraz gevşetebildi ve böylece Ellic Howe’in Altın Şafak Majisiyenleri (The Magicians of the Golden Dawn) eserine bir önsöz ile destekleyebildi. Londra Üniversitesi Warburg Enstitüsünde en büyük Altın Şafak ve Crowley yazmaları Yorke koleksiyonudur. Yani bu, Karl Germer tarafından devredilen malzemeler ile birlikte Gerald’in Koleksiyonudur. ‘

“Her ne kadar Yorke, Regardie’nin daha sonraki eseri Eksiksiz Altın Şafak Maji Sistemi (The Complete Golden Dawn System of Magic), daha önce bastığı eserlere etkisini değerlendirmek zordur. Regardie’nin 1930’lu yıllardaki inisiyasyon durumu tartışma konusu olmuştur. Hermes Mabedinin bir Adepti (5=6) olduğunu iddia ederdi, ancak bazıları üye bulunduğu bu kadar kısa bir sürede bu dereceye çıkması mümkün olmadığını iddia etmiştir. Yine de, yakın zamanda Regardie’nin Hermes Mabedinde 5=6 derecesini açıkça belirten bazı mektup ve evraklar bulunup Usenet haber grubu alt. magick’te yayınlanmıştır. Ümit ederiz ki, bunlar yakın tarihte tam ve dayanıklı bir şekilde yayınlanırlar.

“Bazıları Regardie’nin yaşamının geç döneminde 6=5 ve 7=4 dereceleri aldığını ve Hermes Mabedinin ‘Inepti’ (‘Beceriksizler’, Adepti ile bir kelime oyunu) seremonilere kıyasla gerçek inisiyasyon almaktan memnun kaldığını iddia etmiştir, 1980’lu yıllarda Regardie’nin sponsorluk yaptığı bir Altın Şafak Hermetik Cemiyeti üyesi Harvey Newstrom, 18 Nisan 1994 yıllında şöyle yazdı:

“`Regardie Yeni Zelanda’ya ziyaretinden sonra 6=5 sertifikası almıştır. Bu Regardie’nin çalışmasına saygı ve takdir olarak verilmiş bir onur derecesiydi. Regardie Altın Şaak’ın Yeni Zelanda koluna üye değildi. Onlarla birlikte etüt yapmadı, onlar tarafından imtihan edilmedi, o derecenin gereklerini tamamladığını göstermedi. Daha da önemlisi, kendi gerçek seviyesine uygun unvan, imza, majikal nişanları ve diğer post işaretlerini halen sürdürdü. Hiçbir zaman daha yüksek bir derece iddia ederek kendi değerlendirmesini yükseltmedi. Regardie’nin ölümünden sonra, Yeni Zelanda grubu ayıca Regardie’ye doldurulmuş bir bir 7=4 sertifikası gönderdi. Ölümünden sonra tarihli olan bu sertifika şüphesiz bir onur sertifikasıdır.

“Patrick Zalewski, Altın Şafak Gizli İç Cemiyet Ritüelleri (Secret Inner Order Rituals of the G.D.) eserinde Regardie’nin Ağustos 1983 yıllında Yeni Zelanda’ya ziyaretinde bir görevli olarak bir 6=5 seremoniye katıldığını iddia etmiştir. Ancak burada onun inisiyasyon durumu açık değil. Söz konusu sertifika Regardie’nin Eksiksiz Altın Şafak Maji Sistemi eserinin ilk sürümlerinde gösterilmektedir ve tarihi ölümünden öncedir (10 Ekim 1984).”

 

 

9) Aleister Crowley’nin Altın Şafak ile Bağlantısı Nedir?

Aşağıdaki alıntı Steven Cranmer’in Altın Şafak ile ilgili sıkça sorulan sorular yazısından alınmıştır:

“Edward Alexander (Aleister) Crowley (1875-1947) Altın Şafak Hermetik Cemiyetin Isis-Urania Mabedine Kasım 1898 tarihinde katıldı. Crowley üyeler arasındaki yapmacık ilişkilerden ve bazı üyelerinin “dünyevi refahtan” dolayı inisiye olduklarından hoşnut değildir.

“Crowley’nin kendi görüş açısını verdiği Liber LXI vel Causae A.’.A.’. yazısından “Tarih Diskurunda” (rahat okunabilmesi için sayılar çıkarılmıştır) şöyle yazmaktadır:

“`1900 yılında,  P., bir kardeş, [Crowley’nin mottosu “Frater Perdurabo”] bir yandan S.R.M.D. [Mathers] ve bir yandan Cemiyet üzerine sıkı testler uyguladı, öğrendi ki, S.R.M.D.,  her ne kadar oldukça kabiliyetli bir alim ve olağanüstü majikal güçlere sahip olsa da, tam bir inisiyasyona erişmemişti ve dahası esas konumundan düşerek dikkatsizce davranarak karşı koyamayacağı kadar güçlü ve korkunç şer güçleri kendisine çekmişti. Cemiyetin gerçek adeptlerin hakimiyetinde olduğu iddiası doğru olmadığı tespit edildi. Cemiyette iki kişi ve durumu şüpheli olan iki kişi daha dışında herhangi bir inisiyasyona layık birini bulamadı. Bunu üzerinde ince bilgeliğiyle hem Cemiyeti, hem de şefini yok etti.’

“Bir yandan, bunun kesinlikle doğru olmadığı açıkken (gerek G.D., gerekse de Mathers, Crowley’nin terk etmesinden sonra uzun süre hayata kalmıştır), diğer yandan, (Gerald Yorke’un tabiriyle) Altın Şafak’ın ilk “sahte Mesihi” hakkında bu bir fikir vermektedir.

“Crowley’nin buna takiben majikal çalışmaları burada işlenmeyecek kadar uzun olup özgün ve benzersiz bir icradır. Onun 1904 yıllında Kahire’de tebliğ aldığı Kanun kitabı’nda (Liber AL vel Legis) göre bu tarihte dünya Thelema din/felsefesi ile “New Aeon” (Yeni Çağı) denilen yeni bir döneme girdi. Ancak yine de Crowley’nin açıklamaya devam ettiği ritüel ve majikal doktrinlerin pek çoğu Altın Şafak’tan aldığı eğitimle yakın olarak ilintiliydi.

“Crowley’in yarattığı yada damgası koyduğu iki majikal Cemiyet vardır, bunlar: A.A. ve O.T.O. (Ordo Templi Orientis).

“Bazıların ‘Astron Argon,” `ster Argos’ veya`rgentum Astrum” (Gümüş Yıldızın Grek ve Latince’si) anlama geldiği iddia ettiği A.A., Crowley’nin ideal ve bireysel inisiyasyon rejimini içerir. (Genelde bire bir, tek kişiden tek kişiye aktarılan) birçok silsile Crowley’nin Teori ve Pratikte Maji (Magick in Theory and Practice) eserinde bulunan “Görünürde Tek Yıldız” (One Star in Sight) yazısında ana hatları verilen Altın Şafak benzeri derece sistemi ve majikal/mistik çalışma programını takip eder. Ayrıca yakın zamanlarda yayınlanan James Eshelman’in yazdığı A:.A:.‘nın Mistik ve Majikal Sistemi (Mystical and Magical System of the A.’.A.’.), bu konuda iyi bir bilgi kaynağıdır.

“O.T.O., 1895 yıllında Karl Kellner tarafından çeşitli Masonik ritin birleşimiyle ve aynı zamanda Tantrik bazlı cinsel maji eğitiminin aracı olarak kuruldu. 1922 yıllında Crowley (OHO) Cemiyetin Dış Başı (Outer Head of the Order) olarak Cemiyeti ele geçirdi ve ‘New Aeon’ Thelemik tebliğlerine uyması için değiştirdi. Halen bir inisiyatik organizasyon olmasına rağmen, O.T.O. genelde (A.A.’nın programı gibi) özgün spiritüel bir sistem yerine, maji ve Thelema’nın sosyal, ekonomik ve karşılıklı iletişim ile ilgilenmektedir. Bugün O.T.O., 3000 üye ile büyümede doruk noktasına gelmiştir…”

10) Altın Şafak Kabalası Nedir?

Son zamanlarda Kabala epey görünürde, bu karmaşık mistik sistemin içinde epey şey barındığı, Kutsal Kitaplara yeni deşifre etmek için anahtarlar sunduğu ve günümüzde uzak doğu felsefelerin moda olduğu bir dönemde, benzeri fikirlerin aşina olduğumuz ve ortak öğeler paylaşan İbrahimi dinlerde (Yahudilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık) bulunduğunu göstermektedir. Kabala’da Büyük Patlamaya andıran sofistike bir yaratılış açıklaması vardır. Ayrıca Kutsal Kitaplarda arayıp da bulamadığımız metafizik kavramlar vardır: Ruh nedir? Reenkarnasyon var mıdır? Tanrı nedir? Evren nasıl yaratıldı? Evren ile insan arasındaki ilişki nedir? Melek nedir? Ademoğlu olan insan tekrar düştüğü mertebeye dönebilir mi? Çeşitli Kabala kitapları İsrail kavimlerin ezoterik bilgilerini aktarma iddiasındandır. Kabala zaten gelenek, kabul kelimelerinden gelir ve aktarılan sözlü bir öğreti çağrıştırır. Altın Şafak öğretilerinde Kabala önemli bir yer işgal eder. Kabala, Batı Ezoterik geleneklere bir tarih süreç içinde girmiştir. Gül Haçın ilk beyanlarından Fama Fraternitatis’te Christian Rosenkreutz’ün Araplardan İslami Kabala öğrendiği yazılmaktadır. Bunun dışında Rönesans’ta yayılan Hermetik akımların ile aynı zamana denk gelen Kabalistik eserlerin Avrupa’da tercüme edilmesi ve yayınlanması ile iki akım ortaya çıkmıştır. Bunların aralarında Kabala’yı Hıristiyanlığa uyarlamak isteyen Hıristiyan Kabalistler ve Hermetik öğretilerine uyumunu fark eden Hermetik  Bunun dışında 17. asırda Sabataycılığın Avrupa’ya yayılmasıyla kimisi Hıristiyanlık kılığına giren bazı Sabataycı Yahudier öğretilerini çeşitli Masonik ve Gül Haç örgüte aşıladılar. Altın Şafak öğretileri bu akımdan da bir miktar gizli öğreti sağladığı kaydedilmektedir.

Günümüzde Kabala konusunda bu denli açılım olmasında Altın Şafak’ın büyük katkısı olduğu şüphesizdir. Altın Şafak kurucularından Westcott ve Mathers, Kabala’nın en önemli eserlerini ilk kez İngilizce’ye tercüme etmişlerdir. Bunların arasında Sefer Yezira, Zohar ve Bahir bulunmaktadır. Ayrıca Altın Şafak’ın üçüncü kurucusu William Woodman’in çok iyi  İbranice ve Kabala bilgisi olduğunu söylenir. Ne yazık ki cemiyet kurulduktan kısa bir süre sonra vefat etti. Bu kişilerin hiç biri Yahudi değildi, Kabala anlayışları da bazı ideolojik çevrelerin iddia ettiği gibi komplo teorileri, siyasi ve ırkçı amaçlarla hiç bir ilgisi yoktur. Altın Şafak Kabala’sı metafizik, mistik ve majikal bir sistemdir. Westcott ve Mathers’in yayınladıkları Kabala’ya giriş nitelikteki yazıları sitemizde mevcuttur.

 

11) Altın Şafak Hermetik Cemiyetinin Tarot’u Kabala’ya Uyarlaması Nedir?

Altın Şafak Hermetik Cemiyetinin kullandığı Kabala ile Tarot’un örtüşmesine biraz itilaflı bir konudur. Tarot’u incelediğimiz zaman aynı Kabalistik Hayat Ağacı gibi evrende bulunan her şeyi sınıflandıran bir sistem görüyoruz. Tarot’u astrolojik ve sayısal unsurlarına indiğimiz zaman  Hayat Ağacı ile tekabül ettirebiliriz. Çünkü Hayat Ağacı da aynı Tarot gibi astrolojik, elemental ve sayısal bir sistem üzerinde kurulmuştur. Tarot’a 22 Arkana Major vardır, Kabala’nın Hayat Ağacında 22 İbrani harfe dayanan 22 yol vardır. Sefer Yezirah’a göre 22  harf 12 burca tekabül eden 12 tek harfe, 7 gezegene tekabül eden 7 çift harfe ve 3 elemente tekabül eden 3 ana harf bölünür. Tarot’un 22 Arkana Major karlarında bu astrolojik tekabüller açıkça görülür. GD uslunda  olduğu gibi sıra hiç bozmadan ilk yola (11nci) ilk kartı (Abdal) son yola (32nci) son kart (Evren veya Dünya) konulduğu zaman garip bir şekilde hem astrolojik hem de sembolik bir uyum görülür. Arkana Minor’a gelince aynı oyun kağıtları gibi 1’den 10’a birer sıra vardır. Bunlarda asa, kılıç, kadeh ve para olarak dört gruba ayrılmıştır. Her grubun ateş, hava, su ve toprağa simgelediği açıkça malumdur. Kabalistik olarak yorumladığımız zaman bu dört alemde var olan on Sefirot’u temsil eder.

Tarot ve Kabala’nın eşleştirmesinin eski bir tarihi vardır. İlk kez 18 asırda Fransız Court de Gébelin bunu sekiz ciltlik eseri Le Mondé Primitif’te önerdi. Daha sonra Eliphas Levi, Papus gibi Fransız yazarlar işlediler. Bire bir tekabül kullanan GD tekabülün kökeni Altın Şafaka cemiyetinin kurulmasına sebep olan ve muhtemelen The Royal Masonic Encyclopedia’nin yazarı Kenneth MacKenzie (1833-1886) tarafından kaleme alınan ve ölümünden sonra Westcott’un eline geçen Şifre Elyazmasında verilmektedir. Vienna doğmuş olan MacKenzie birçok Avrupa ve ölü dili ana dili gibi bilen, Avusturya’da Kont Apponyi tarafından Gül Haç’a iniyse edildiği iddia edilen ezoterik çevrelerde önemli biriydi. El Yazması kurulacak Altın Şafak Cemiyeti öğreti ve ritüellerini iskelet olarak aktarmaktaydı ve GD Kabala, Ritüel, Teurji, Remil, Tarot vs.nın

 

12) Türkiye’de bir Altın Şafak Mabedi var mı?

Türkiye’de Altın Şafak Mabedi yoktur. Bilindiği gibi kendini geliştirmeye yönelik pek çok sistem ülkemizde yer edinmiştir. Bunlardan kimileri mistik ve ruhsal gelişmeye, kimileri de kişisel geliştirme ve yaşam kalitesini artırmaya, kimileri psişik ve paranormal konulara, kimileri de ruh alemiyle irtibata yöneliktir. Altın Şafak sistemi bunlarla kesiştiği ve kesişmediği noktaları vardır. İçerdiği pek çok konu üniversitelerde araştırılan akademik konularla örtüşür. Ama akademik anlayıştan farklı olarak bunları evrenin gerçek mahiyetini açan anahtarlar olarak kabul etmesi. Bunların geçmiş çağların kuruntuları ve sahte bilimleri değil, kökleri tarih öncesine inene çalışan sonuç veren uygulamalı bilimleri olduğunu ve bunların modern bilimlere ters düşmediğini aksine tamamladığını kabul etmesidir.

Altın Şafak külliyatının halka açılmasıyla bir yandan çeşitli gruplar örgütlenerek belirli bir düren altında GD Mabetlerini tekrar kurmaya çalışmıştır. Aralarında fikir ayrılıklar ve rekabetten kaynaklanan bazen Internet ve hatta mahkeme salonlara varan çekişmeler olmuştur. Silsile kimde vardır? 1888 yılında kurulan cemiyeti en doğru kim temsil ediyor? En ehil kimdir? Gibi sorulara farklı yanıtlar verilmiştir. Diğer yandan, birçok kimse, sistemi münferit olarak hiç bir örgüte kaydolmadan yürütmektedir, bu da geçerli bir yoldur. Ne de olsa son kertede tüm çalışmalar münferittir. Yine de bu kişilerin işi zordur, insan sosyal bir varlıktır, hemfikir insanlar bir arada olmak ister ve her yolculuğa başlayan önceden o yoldan geçmiş ve tüm tuzak, yanılsama ve engelleri bilene, kestirme ve ip uçları önerene başvurmak ister. İleri safhada uygulamalara gelince, yoga’da mutlaka bir guru gerekir derler. Ne yazık ki, bilinmeyen diyarlara giden yolcu için, bazen bir mürşit bulmak pek de kolay olmayabilir. Bazen insan kendi en iyi mürşidi olduğu durumlar vardır. Sahte mürşitler ararsan onlar zaten her yerde var. Zira insanlar bilmediği konularda bile ahkam kesmekten çekinmezler. Özellikle büyük puntolarla kendilerini mürşit ilan ve reklam edenlerden kaçınmak gerekir. Adeptler kendilerini ilan etmezler. Sahte mürşitler olağanüstü gözükmek için hiç bir fırsat kaçırmazken, onlar olağanüstü gözükmemek için, dikkat çekmemek için çok çaba gösterirler.

Altın Şafak konuları çok yakın zamanda Batı’da bir patlama ve yayılma gösterdi. Birçok modern Altın Şafak kuruluşu 90’larda ortaya çıktı. Bir yandan erken Altın Şafak mabetleri ortadan kaybolurken, yeni modern Altın Şafak Hermetik Cemiyetleri ortaya çıkmıştır. Bunlardan birçoğu bir şekilde erken Altın Şafak ile bağlantı iddiasında bulunurlar. Özellikle Batı’da, Amerikalarda, Avustralya’da ve Avrupa’da çeşitli kentlerde, mabetler yavaş yavaş mantar gibi türemeye başlamıştır. Altın Şafak Mabetleri artık Japonya gibi egzotik yerlerde bile kurulmakta. Ayrıca Altın Şafak sistemi pek majikal, okült, pagan vs. cemiyeti etkilemiştir. Durum böyleyken, doğal olarak Türkiye’de bu konuya ilgi uyanmaktadır. Hermetics Ezoterik ve Okült Kaynaklar sitesi olarak pek çok konuya ev sahipliği yapmaktayız. Bunların arasında Altın Şafak Hermetik Cemiyeti külliyatı bir öncelik sağlamıştır. Çünkü en yoğun olarak işlediğimiz, hakkında en fazla evrak sunduğumuz konu bu olmuştur. Hermetics sitesindeki konuları tartışmak üzere diye bir grup kurduk, söz konusu konular hakkında bilgi edinmek ve fikir paylaşmak isteyenler ciddi okurlarımız bu gruba girebilir. Bunun dışında pratik okültizme yönelik Hermetiks Praxis adında bir grubumuz var. Ayrıca Altın Şafak çalışmalarına açık olanların üye olduğu ciddi bir grubumuz var. Eğer bu sayfadaki konlar sizi açmışsa, tüm zorluklara katlanamaya razı iseniz bu grup yerinizdir. Bu gruba üye olmadan Hermetics sitesinde konuyla ilgili yazıları okuyup, etüt etmekte, hatta çalışmakta fayda vardır. Ancak önce Hermetiks grubuna üye olmanız gerekir, o zaman zaten diğer grupların adreslerini elde edersiniz.

Kaynakça:

Bu yazı hermetizm.org sitesinden değiştirilmeden alınmıştır.

EZOTERİZM

Ezoterizm, bir konudaki derin bilgilerin ve sırların ehil olmayanlardan gizlenerek, bir üstad tarafından sadece ehil olanlara inisiyasyon yoluyla öğretilmesidir. Ezoterizm bir din veya bir inanç sistemi değildir. Çoğunlukla ezoterik yani ezoterizm ile ilgili veya ezoterizme dair şeklinde kullanılır.

Ezoterizm (içe yönelik anlam/ileti), asıl olarak belirli kişilerin içselliği ile sınırlandırılmış felsefî öğretilerdir. Bu öğretiler herkes tarafından bilinen egzoterik (dışa dönük anlam/ileti) öğretiler değil, tam tersine belirli kişilerin aşamalardan geçerek bilmeye hak kazandığı öğretilerdir. Diğer anlamı ise içsel, tinsel farkındalığa sebep olan, Mistisizm ile eşanlamlı kabul edilen önemli ve kesin bilgilerdir. Ayrıca Ezoterizm geniş, farklı öğreti ve pratik yelpazesine sahip olan bir akımdır.

Etimolojik kökeni

Grekçe “iç, içsel” anlamındaki “esoterikos” sözcüğünden ya da “görüyorum, içsel olan, gizli olan” anlamlarına gelen “eisotheo” sözcüğünden türetilmiştir. Karşıtanlamlısı “egzoterizm“dir.

Gizlilik ve tedriç ilkelerinin nedeni

Ezoterizme göre, ezoterik bilgiler, yani hakikatler ve sırlar, herkese açıklanmamalı, ancak belli eğitimlerden geçip o bilgileri almaya hak kazanmış, layık olmuş kişilere belirli bir zaman içerisinde derece derece açıklanmalıdır. Kimseye, değerini ve anlamını anlayamayacağı böyle bilgilerin verilmemesi gerektiği gibi, kimseye kaldıramayacağı, taşıyamayacağı bilgi de verilmemelidir. Çünkü taşıyamayacağı bilgi, kişiye bir yarar vermeyeceği gibi, zararlı da olabilir. Bu bilgiler belirli semboller ve alegoriler vasıtasıyla aktarılır.Yüksek bilgiler insanlara anlayış düzeylerine göre ve anlayış düzeylerinin ilerlemesine göre derece derece açılan bir sembolizme bürünmüş şekilde verilir. Bu durum kutsal metinlerde de geçerlidir.

Mistisizm ve semavi dinlerde ezoterizm

Ezoterizm, sık sık, yanlışlıkla mistisizm ile karıştırılarak dinsel alana sokulmaktadır. Fakat ezoterizm, René Guénon‘un belirttiği gibi, ne bir dindir, ne de bir dinin iç kısmıdır. Kaynağını herhangi bir dinden de almaz. Guenon’a göre, buna karşı gösterilebilecek tek istisna, yalnızca, temel dayanak noktalarını İslâmîyet’ten almış olmakla birlikte, mistisizmle karıştırılmaması gereken İslâmî ezoterizmdir. İslâmî ezoterizmde “bâtınî” terimi kullanılır. Yahudiezoterismine Kabbala denir. Ancak, Kabbala inisiyasyon içermediği için ezoterik değildir. Budizm dininin ezoterik yorumuna ise Vajrayana denir. Bunun dışında Hristiyanlıktada tarihte ezoterik yorumlar görülmüştür. Bunların arasında Behmenizm, Katharizm gibi mezhepler zikredilebilir.

Ezoterizm sözcük anlamı

“Ezoterik” sıfatının kullanımı antik çağlara kadar uzanmaktadır. Bu kavrama ilk olarak M.S. 2. yüzyılda Samasota von Lukian tarafından yazılan Aristoteles felsefesinin ezoterik ve egzoterik olarak ele alındığı hicivsel eserlerde rastlanılmıştır. Alexandria von Clemens de bu bağlamda ilk olarak “gizli tutma” kavramını kullanmıştır. Çok benzer bir anlayışla Romalı Hippolyt ile Chalkis’li İmablichos, Pisagoröğrencilerinin arasında egzoterik ile ezoterik olanları birbirinden ayırarak ezoterik olanların daha dar bir çemberde, seçici bir kurul içinde olduğunu ve belirli öğretileri ayrıcalıklı olarak dinlediklerini belirtmiştir. Yine Antik Çağlarda kullanılan bir başka anlamı da Platon felsefesini ve mistiğini anlamaya yönelik olan içsel bilgidir. Ezoterik kavramı, benzer ya da farklı anlamlarla ilerleyen zamanlarda da yazarlar tarafından kullanılmaya devam edilmiştir.

Ezoterizm kavramının geçmişi ise bu durumun aksine çok da eskilere dayanmamaktadır. Bu kavramda ilk olarak 1828 yılında Jacques Matter’ın Antik Çağ Gnostizmi (tanrıyı kabul etme, bilme) üzerine yazdığı eserinde karşılaşılmıştır. Diğer yazarların da bu yeni türeyen sözcüğü kabul edip kullanmaya başlamalarının ardından Ezoterizm, 1852 yılında ilk olarak Fransızca bir sözlükte “içrek bilgi” (gizli bilgi) anlamına gelen sözcük olarak yerini almıştır. Daha sonra Eliphas Lévi’nin büyü konulu etkin kitapları dolayısıyla sözcük, anlamından çoğu kez uzaklaşmıştır. Bu eserlerde Okültizm (kara büyücülük, müphemcilik) sözcüğüne de ilk defa yer verilmiştir. O zamandan bu yana çoğu akım ya da yazarlar, sözcük hakkında kendi tanımlarını kendilerine özgü biçimde yapmışlardır.

Günümüzde Ezoterizm daha farklı olarak algılanmaktadır. Bilinmeyen, sır olarak kalmamalı; herkesin öğrenebileceği, öğrenme gereği duyacağı içrek bilgiler olarak algılanmalıdır.

Günümüzde bu kavramın başka bir genel karşılığı ise; asıl olan, kendine özgü kesin bilgiler ve bu bilgilere ulaşmayı sağlayan farklı yollardır.

Ezoterizm ve ezoterik kavramlarının bilimde iki farklı temel kullanımı vardır. Bu kavramı din bilimi alışılagelmiş tipolojide tanımlar ve belli yollarla dinsel formda karakterize eder. Genellikle, Ezoterizm kavramıyla bağlantılı olan içrek bilgi kavramı din biliminde yer almaktadır. Bir başka, bununla yakın bağıntılı ve Mircea Eliade, Henry Corbin ve Carl Gustav Jung tarafından temsil edilen bir geleneğe göre ise “ezoterik” dinin daha derini “içrek sırlarına” işaret eder, bu nedenle de aynı dinin örneğin sosyal kurumları veya resmi dogmaları gibi “egzoterik” boyutlarından ayrışma görülür. Her iki yaklaşım da her dönemin ve bölgenin çeşitli dinlerinde uygulanabilmektedir. Bu akım veya yönelimlerden ayrı tutulması gereken bir durum ise, özellikle batı kültüründe, belli benzerlikler gösteren ve tarihsel anlamda birbiriyle bağlı belli başlı akımları ezoterik olarak özetlemeye yarayan toplumbilimsel yönelimlerde söz konusu olmaktadır. Bu bağlamda son zamanlarda ortaya çıkan batı Ezoterizm’inden de bahsedilebilir. Ezoterizm tarihi çağlara göre de ayrılmıştır. Bazı yazarlar; Yeniçağ, Ortaçağ ve eski Antik Yunan çağı olarak Ezoterizm felsefesinigruplandırmışlardır. Bu gruplandırılan tanım ve kullanım alanları tamamen aynı olmasa da özde birbiriyle bağlantılıdır. Bunun yeniçağdaki bir örneğini Rönesans içindeki “hermetizm” (kapalılık) akımında görmekteyiz; bir başka tanımla “gizemli/müphem felsefe” diye bilinen bu yönelimde çok geniş anlamıyla Neo-Platoncu bir bağlam söz konusu olmaktadır, içinde ise Simyacılık, Paracelsusculuk, Gül Haçı tarikatçılığı, Hristiyan Kabala ve teosofi geleneği, İlüminata (Işık) tarikatçılığı ve 19. ile 20. yüzyılın New-Age Hareketine kadar sayısız müphemci/gizemci akımı vardır. Daha eski çağların dâhil edilmesi durumunda ise antik Gnostizm ve Hermetizm, Yeni Platoncu metin okumaları ve değişik gizemci “bilimler”in yanı sıra büyücü akımlar da sayılması gerekmektedir. Bunların hepsi, Rönesans döneminde iç içe geçip birbiriyle bir sentez oluşturmuştur. Bu açıdan bakılınca, teolojik bazdaki iki ilkesel yaklaşıma dair önlerde vurgulanan ayrım önemsizleşir, çünkü hem gizli tutma hem de toplumbilimselaraştırmalardaki “içrek yol”un boyutu ezoterik durumlarda görünebilir de, eksik olabilir de..

Batı Ezoterizm tarihi

Ön söz: “Ezoterizm Tarihi”, konuyla alakalı net, kesin bir tanımlama olmadığından ve farklı tanım kullanımları olduğundan problem teşkil etmektedir.

Antik Dönem

Bugünkü Ezoterizm görüşlerinin oluşmasına yardımcı olan ilk kanıt, Antik ve Yunan dönemi öncesinden bu yana süre gelmiş sosyal yapı ve öğretilerdir. Bu öğreti ve sosyal yapının çıkış noktası, kurucusu Pisagor’un olduğu dini felsefi okullar (M.Ö. 570–510) ve Pisagor taraftarlarının Kroton’da (bugünkü Güney İtalya’nın Calabria bölgesindedir) kurduğu tarikattır. Pisagor, diğer çağdaşları gibi (orfik ve farklı mistik kültler) ruh göçü inanışına bağlı olarak ruhun ölümsüzlüğüne inanmıştır. Pisagor, bedenin ruh için geçici bir yer olduğunu ve daha sonra bu tutsaklıktan kurtulup özgür olacağını savunur. Manevi yönden kusursuz bir hayat şartıyla ruh bedensel varoluştan kurtulur. Daha sonra bu inanışa göre; yeniden doğma daha yüksek bir mevki ile devam eder. Bu yeniden doğum dizisinden sonra bedensel dünyadan tamamen uzaklaşılır. Bu inanış, Homeros görüşlerine karşılık tam bir zıtlık oluşturur. Iliada’da belirtilen düşüncelere göre, ruh göçünün kabul edilir olduğunu; fakat ruhun her bedende farklı karakteristik özellikler gösterdiğini savunulur. Empedokles ve Platon gibi diğer önemli filozoflar da ruh göçüne (reenkarnasyon) inananlardandır.

Ezoterizm akımının diğer ana konusu ise daha önce Pisagor’un da ele aldığı tüm varoluş prensiplerinin yükselen değerlere sahip olduğu ile ilgilidir. Dünyanın çok sayıda karakterler armonisiyle düzenlenmiş “tek” (bütün) olduğuna inanılır. Ruh bir şekilde tüm evrenle genel, matematiksel ve ifade edilebilir bir uyum içerisindedir. Dünyanın ahenk içerisinde oluşu, Pisagor’un da ele aldığı gibi, gezegenlerin farklı hareketlerle oluşturduğu müzikal uyumdan kaynaklanmaktadır. Bu durumun asıl sebebi budur. Ayrıca, adalet ve ikilik gibi tinsel nitelikler ahlâki bakış açısıyla alakalıdır.

Platon, ruhun ölümsüzlüğünü tartışmacı bir şekilde kanıtlamaya çalışmıştır (Phaidon diyalogu). Bunun üzerine prensipte bedenden ayrı olarak ele alınan ruh, akıl aracılığıyla tanımlanmıştır. Ruhun asıl yeri, öldükten sonra geri döneceği saf ve ebedi düşünceler ve zihinsel varlıklar dünyasıdır. Pisagor’un da belirttiği gibi beden, ruhun bir dizi dönüşüm yaptığı ve saf bir yaşam sürmesi koşuluğuyla kurtulabileceği hapishanesidir. Ruh, bu kurtuluş sayesinde gerçek ruhsal varoluşuna geçebilmektedir. Bedensiz olarak ruh, ait olduğu sonsuz varlıksallıkları da doğrudan algılayabilir, görebilir, ancak bu bilgi bedende karanlık ve bulanık olarak durur, buna bağlı olarak da ancak kendi içine dönük ussal etkinliğin devamında bir anımsama veya hatırlama (Mnemosyne) olarak belirir. Platon, canlıların yanı sıra gezegenlerin ve hatta yıldızların da bir ruhu olduğunu ve onların da yaşadıklarını iddia eder.

Ezoterizm, Platon felsefesinde içe giden yol anlamına gelmektedir. Platon’un da görüşlerine paralel olan Ezoterizm öğretileri aracısız ve kolay kavranabilir niteliktedir.

Platon bir öğretici olarak önemli olan noktaların ipuçlarını verir ve kişi bu öğretiler ışığında kendi ezoterik bilgilerine ulaşır.

Platon’un ruh üzerine verdiği bilgiler, milattan sonraki zamanlarda ortaya çıkan Neoplatonizm (Yeni Platonculuk) akımına yol gösterici olmuştur. Neoplatonizm akımının Roma’daki en önemli öncüsü Plotin’dir (M.S. 205–270) ve antik çağ bitimine kadar felsefi görüşleri geçerliliğini korumuştur. Plotin insanın içinde zaten var olan ve farkında olmayı gerektiren tanrı inancı olarak da nitelendirdiğimiz içteki “ben” konusunu Platon’un öğretileri doğrultusunda ele almıştır. Bu sözü edilen konu, asıl ulaşılmak istenen ruh kavramını tanımlamaktadır. “Plotin düşüncelerinin en önemli özelliklerinin mistik olarak kabul edilmesi” adlı eseri yazan filozof Wolfgang Röd, “archimedischen Punkt europäischer Seeleninterpratation” (Avrupa Ruh Yorumlamasının Arşimet Noktası) ve “Bugünkü Ezoterizm görüşlerinin yöntemsel ve kilit noktaları” adlı eserin yazarı Ezoterizm filozofu Kochu von Stuckrad bu konuda Yeni Çağ hareketini başlatmışlardır. Plotin’in ele aldığından daha ayrıntılı olarak ele alınan mistik unsurlar konusu büyü konusuyla bağlantılı olarak Iamblichos (M.S. yaklaşık 275–330) ve Proklos (5. yy) tarafından ele alınmıştır. Bu söz konusu felsefeciler kendi dönemlerinde merakın da artmasıyla mistik dinler, büyü ve kehanet üzerinde çalışmışlardır. Röd, Neoplatonik felsefenin değişimi konusuyla alakalı olarak “Teosofi ve Büyücülük Neoplatonizm’in alt konusudur.”demiştir.

Ezoterizm’e büyük değerler kazandırmış Helenistik dönemde yaygınlık kazanan başka bir gelenek de tanrı Hermes ile bağlantılı olarak Mısır mitolojisi ve büyülerinin ve Yunan felsefesinin senteziyle ortaya çıkan Hermetizm’dir. Burada daha çok Yunan-Roma düşüncelerinde daha az ele alınan “tanrı” ve “asıl insan” gibi ana konular ön plandadır. Hermetizm’in bir başka ana konusu ise mikro evren ve makro evren çerçevesindeki astrolojik karşılıkların Sympathie (birleşik duyu; duyu bütünlüğü, algısal uyum) ile olan ilişkisidir. Daha sonra Neoplatonik kavram çerçevesinde tüm evren ve evrene hâkim ilahi güç aracılığıyla ruhun ölümsüz olması düşüncesinin yaygınlaşması belli başlı etik yönelimlerin ve bilgilerin ortaya çıkmasını mümkün kılmıştır.

Diğer önemli işaret ise Gnosis (tanrıyı bilme) olarak da tanımlanabilecek Antik Çağ’ın son dönemi, çeşitli din akımlarının etkileriyle oluşan ruhun işkenceden kurtulması düşüncesidir. Bu çok yönlü dinsel hareketler M.S. 1. yüzyılda Mısır’da ve Doğu Roma İmparatorluğu’nda ortaya çıkmıştır. Söz konusu bu hareketler, putperestlik, Yahudilik ve Hristiyanlıkta da görülmüştür. Ayrıca, Yunan felsefesi de bu dini düşünceyle paralel gelişmiştir. Bunun yanı sıra son derece önemli olan diğer kavram ise ikilik kavramıdır. Bu kavramın ana hatları ve hareket alanı oldukça belirgin ve katıdır. İkilik, tinsel bağlamda ruhsal dünyanın ve gelip geçici kabul edilen madde dünyasının birbirinden keskin bir şekilde ayrılmasıdır. Bu tanıma aydınlık ve karanlık, iyi ve kötü kavramları da örnek gösterilebilir. Kutsal dinler üzerinde çalışan yazarlar bu doğrultuda anahtar bulgu elde etmişlerdir. Bu, geliştirilen söz konusu hava ve gazın birlikte kullanımı (Pneumatik) bulgusu ruhsal gerçekliği kolay anlaşılır kılmıştır. Hristiyan Gnostisizmi’nde özellikle tek ve gerçek kabul edilen inanç olarak İsa Mesih’in ve buna bağlı olarak dünya tarihinde kabul görmüş düşünce ve görüşlerin gerçek olmadığı kabul edilir.

Gnostik düşünce akımı hem felsefi açıdan hem de güçlü kurumsal içyapısı açısından merkez kiliseye karşı çıkışlarını sürdürmüştür. Merkez kilisede, kilise kavramının oluşumu ve Hristiyan Gnosisi’nin farklı düşünceleri arasında keskin bir ayrılık söz konusudur.

Papa Clemens’lerin (I ve II) ve Origenes’in etkili teolojik öğretileri Gnosis fikirlerine yakındır. Gnosis ve bu öğretilerin yakınlığı tinsel yüce bilgilerin yayılmasını sağlamak vasıtasıyla olmuştur. Bu yayılma sırasında o döneme ait talepler de bu yönde gerçekleşmiştir. Origenes, o dönemki karşıtı Salamis von Epiphanes tarafından “baş sapkın” olarak ilan edilmiştir. Hristiyanlar arası Katolik ve Ortodoks mezhepleri kolayca tanımlanırken kilise karşıtları “Gnosis” ve “Gnostisizm” kavramlarını tanımlamada problem yaşamışlardır.

Hristiyan eleştirmenler ve Gnostik diye adlandırılan düşünce biçimi arasındaki temel fark, kendi öğretilerinin tekliği ve tanınan nesnelerin bir güce sahip olduğu düşüncesini yaymaktır. Bunun tam tersi kilise, insanın öğrenme isteğini sınırlamakta ve sadece dini hususlara değer vermektedir. Kilise böyle bir bilgi otoritesi olma yetkisini, sadece kendisi tarafından resmi geçerli ilan edilip kabul gören yazı ve metinlerin içeriği ve kendisi tarafından öngörülen inanç kurallarına dayandırmaktaydı. Bu tür açıklamalar somut anlamda özellikle Astroloji ve büyü kavramlarını sorgulamaya neden olmuştur. M.S. 4. yüzyıla kadar kilisenin gücü öylesine hükmedici durumdadır ki önemsiz hatalar yüzünden yakılma ya da kılıçtan geçirilme gibi ölüm cezaları yaygınlık kazanmıştır. Bu tür sapkınlıklar zaman geçtikçe etkisini kaybetmiş ve daha sonra da yok olmuştur; çünkü insanoğlu, 20. yüzyıla kadar sürekli gelişmiş ve Irenäus von Lyon gibi kilise karşıtları objektif açıklamalarla insanları aydınlatmıştır. İlk olarak 1945 yılında Mısır’da (Nag Hammadi) Gnostisizm metinlerini “büyüler” başlığı altında toplamış ve ilk defa kendi fikirlerini eklemeden tarafsız, açıklayıcı ve net bir bakış açısı sunmuştur. Ortodoks mezhebi, toplanan bu metinleri tanımaktadır.

Ortaçağda ezoterizm

Ortaçağ’da Hristiyan camiasının Antik Dönem öğretilerinin büyük bir bölümü etkisini yitirirken, İslam dünyasında bu düşünceler geçerliliğini korumaya devam etmiştir. İslam dininde ortaya çıkan bu düşünceler, farklı dinsel kültürlerden ve daha çok Musevilik dininden kaynaklanmıştır. Özellikle, insanın benliğinde yaşadığı uyanış ve İncil’de bulunmayan dini ibareler Ortodoks Hristiyanlığı tarafından kabul görmemiştir. Bunun yanında Akdeniz ülkelerinde Pagan dini “”ahmet reis” tarafından ortaya çıkarılmıştır; Yakın Doğu’da ise, Ortodoks Hristiyanlığının yanı sıra özellikle Mani dini, Zerdüştlük ve İslamiyet yayılmaya başlamıştır. Diğer taraftan, özellikle Benedikt Tarikatı tarafından yeni kurulan 529 manastır, kuzeyde yayılmaya başlayan Mistisizm inanışını benimsemiştir. Havari hikâyelerinde adından sıkça bahsettiği Pavlus ile aynı dönemde yaşayan yazar Dionysias Areopagita’nin 5. ve 6. yüzyıllarda yaygınlaşmış olan Ortaçağ Mistisizmi’nde büyük etkisi olmuştur. Dionysios, Platon’un da ele aldığı “negatif” Teoloji kavramı üzerinde durmuş, tanrının ulaşılmaz yüceliği konusunu incelemiştir. İlk olarak tanrının tekliği hakkında şimdiye kadar süre gelen bilgilerin koşulsuz geçerliliğini ortadan kaldırmıştır. Ayrıca Dionysios tanrı ile insan arasında aracı olduğuna inanılan meleklerin hiyerarşik yapısını belirlemiştir.

Yaklaşık yüz yıl sonra Pavlus’un da daha önceleri kısaca değindiği 5. yüzyıl sonlarına doğru ortaya çıkmış, bugün bile geçerliliğini koruyan bu yazarın söz konusu yazıları insanlar arasında derin bir şüphe uyandırmıştır.

8. yüzyıldan itibaren Güney İspanya’da hoşgörülü Arapların inanışıyla İslam, Hristiyanlık ve Musevilik dininin inanışları ortak bir paydada harmanlanarak birlik oluşturmuşlardır. Bu birliğin oluşumuyla İslamiyet’te Sofizm akımı ortaya çıkmıştır. Platon ve diğer filozoflar bu tarihten itibaren batı Avrupa’da daha da tanınmışlardır.

12. yüzyılda Güney Fransa’da Musevilik diniyle alakalı olan Kabala, yeni mistik düşünce olarak ortaya çıkmıştır. Kabala önceleri Musevilikte bilinen bir inanışken daha sonra Ezoterizm tarihinde önemli bir role sahip olmuştur. İlk başta kutsal kitap olan Tevrat’ın açıklanması engellenmiş; fakat Kabala daha sonra kendine özgü mistik öğelere sahip inanışıyla bu engeli kaldırmayı başarabilmiştir. Bazı Kabala inanışına sahip kişiler -en tanınmışı Abraham Abulafia’dır- Hristiyan Gnostikler gibi, bir kişinin sadece Tevrat’a bağlı kalmayabileceği, aynı zamanda kesin olarak kabul görmüş mistik deneyimlere de inanabileceği görüşünü savunmuştur.

Bingen Hildegard, “Tanrısal eserlerin kitabı” adlı eserini bu bağlamda yazmıştır. İnsanların sanrı tasviri, 13. yüzyılda ‘tek evren’in bir parçası olan Hristiyanlıkta da kozmolojik öğretilerin, karşılıklarda düşünmenin, hayal gücünün ve ruh transferinin üst başlığı olarak daha sonraları Ezoterik adıyla anılacak olan resmi ve önemli bir yer edinmiştir. Buna örnek olarak; Almanya’dan Mistik inanışa sahip Bingen Hildegard, Fransa’dan Chartres’de Platon’un düşüncelerini benimseyen okul, İtalya’dan hayalci Fiore Joachim ve Fransisken, İspanya’dan Mallorquiners Ramon Llull’un Yeni Platoncu yaklaşımını ortaya koyan Kabala’yı andıran öğretisi ve İngiltere’den Oxford (Robert Grosseteste’daki ışığın teozofisi ve Roger Bacon’daki simya ve astroloji) gösterilebilir. 1300’lerde TeolojideRasyonalizmi vurgulayan ve hayalciliği reddeden Averroizm üstünlüğü görülmüştür.

Özellikle Mistisizm 14. yüzyılın ilk yarısında temsilcilerinin Latince yerine şu ana ait halk diline önem vermemeleriyle hatırı sayılır gelişmeler kaydetmiş ve popüler hale gelmiştir. Burada önde gelen kişiler ise Alman Dominik (rahibi) Usta Eckhart, Johannes Tauler ve Heinrich Seuse’dir. Buna ek olarak; Hollanda, İngiltere, Fransa, İtalya ve İspanya’da da temsilciler olmuştur. Bu Mistizistlerin deneyimlerinin ve kullandıkları kavramların çeşitliliği içinde onların hedefi; Mistisizim Birliği, mistizist birleşme ya da insanların tanrıyla ortak komünyon oluşturması “ruhun gerisinde tanrının doğuşu” olmuştur. Eckhart’ın mistizist düşünceleri Ortaçağ Mistisizminin tepe noktasına ulaşmıştır; aynı zamanda Mistisizm için Yeni Çağ‘ın ilk dönemlerinde uyanışa geçen yeni bir çıkış noktası da oluşturmuştur. Eckhart için Mistisizm kendinden geçmiş bir hayranlığı değil, tartışmaya, sonuçlara odaklanmaya, saltlığın kavranmasına ve tek olmaya dayalı özel bir düşünce tarzını yansıtmaktadır. Bu görüşle Eckhart Johannes Scotus Eriugena, Dionysios Areopagita ve Yeni Platonculukgeleneği içinde kalmıştır. Çoğu zaman Almancayı kullandığından dolayı, Hristiyan teolojisi içindeki bu platonik yöneliminin en güçlü temsilcisi olarak ortaya çıkmıştır. Buna karşın, ölümünden sonraki dönemde onun öğretisi bir tür İncil dışı inanış olarak yargılanmış ve görüşlerinin yayılması karmaşık teolojik ekol tartışmalara vesile olması nedeniyle eleştiri görmüştür. Büyü ve Astroloji gibi Ezoterizm inanışları Ortaçağ’da yayılmıştır. Ayrıca büyü o dönemde melek ve şeytanlarla(Invokation) ilişkilendirilmiş ve şeytanın varlığı teolojide iyi olarak bilinen melekler kadar kabul görmüştür. Simya, İspanya’daki Arap Müslümanların öncülüğünde 12. yüzyılda kesin olarak kabul görmüştür.

Ezoterik bilgiye modern bir bakış açısı

Tarihsel planda genel olarak, ‘ezoterik bilgi’ belirli grupların, farmasonlar gibi, dışarıdakilerden (halktan) sakladığı bilgiyi tanımlamakta kullanılmıştır. Son zamanlarda, okült ve mistik öğretilerin halka daha fazla yansıması ile beraber, daha farklı bir ezoterikanlayış önem kazanmıştır; ancak ferasetli ve farkında bir azınlık tarafından anlaşılabilen kompleks ve güç bir tür bilgi. Bu anlayışta, ezoterik bilgi çoğunlukla dışarıya dair bilgilerden farklı ve uzak olan derin, kişinin içinde sakladığı bir tür hikmettir.

Ezoterizm terimleri

Kaynakça

  • Ergün ArıkdalGizli Öğreticilik, İstanbul: Basım Tarihi,1997, 172 sayfa.
  • Ergun Candan, Gizli Sırlar Öğretisi, İstanbul: Sınır Ötesi Yayınları, 2008, 272 sayfa.
  • Antoine FaivreAccess to Western Esotericism, Albany: SUNY Press, 1994, XXXV-269 sayfa.
  • René Guénonİnisiyasyona Toplu Bakışlar(Aperçus sur l’initiation, 1946), Ankara: Hece Yayınları, 2003, 224 sayfa.
  • Wouter J. Hanegraaff (ed.), Dictionary of Gnosis and Western Esotericism, Leiden / Boston: Brill, 2005, 2 v., 1228 sayfa.
  • Pierre A. Riffard, L’ésotérisme, Paris: Robert Laffont, coll. “Bouquins”, 1990, 1016 sayfa.
  • Alparslan Salt, Cem Çobanlı, Dharma ansiklopedi : parapsikoloji, mistisizm, okültizm, ezoterizm, teozofi, sipiritüalizm, neo-sipiritüalizm, İstanbul: Dharma yayınları, 2001, 523 sayfa.
  • Frithjof SchuonDinlerin Aşkın Birliği (De l’unité transcendante des religions, 1948), İstanbul: Ruh ve Madde Yayınları, 1992, 200 sayfa.
  • Benjamin Walker, Encyclopedia of Esoteric Man: The Hidden Side of the Human Entity, Routledge and Kegan Paul, London, 1977, ISBN 0-7100-8479-X

CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZ AJANLARI

Hatırlanacağı gibi Osmanlı’yı yıkma kararı veren İngiliz derin devleti, başta Gertrude Bell ve T. E. Lawrence olmak üzere, Osmanlı topraklarına gönderdiği çeşitli ajanlar yoluyla içten içe kara propaganda yaymış ve isyanlar organize etmiştir. Bu konuda Osmanlı içindeki yancılarını da kullanmış, bu faaliyetler neticesinde koca bir İmparatorluğu yıkım aşamasına getirmiştir. İngiliz derin devleti, sinsice organize edilen ajan faaliyetlerinin daima kendi lehine sonuç verdiğini çok defa tecrübe etmiştir. İngiliz derin devletinin aktif bir elemanı olan Churchill, bu tecrübeyi, II. Dünya Savaşı sırasında da kullanmıştır. Özellikle Hitler’e yenileceğini anlayınca ABD’yi savaşa dahil etmek için 3 bin ajandan oluşan bir birim kurmuştur.

LawranceBell CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
İngiliz derin devleti, daima ajanlarıyla faaliyet yürütmüştür. Osmanlı’nın parçalanmasına altyapı hazırlayan Gertrude Bell ve T. E. Lawrence bunların başlıcalarıdır.(Solda) Bell ve Lawrence, Churchill ile birlikte

Bu ajanların görevleri farklıdır. Kimisi işgal edilen topraklara bizzat gitmiş, kimisi düşman topraklarındaki kilit isimleri baştan çıkarmış, kimisi telsizin başında görev yapmış, kimisi de kara propaganda yaymakla görevlendirilmiştir. İngiliz derin devletinin yöntemleri çoktur; bu nedenle İngiliz derin devletinin ajan stratejisine elinizdeki kitabın ilerleyen bölümlerinde daha geniş yer verilecektir.

Burada ise, özellikle II. Dünya Savaşı sırasında ve hemen sonrasında görev yapmış olan ajan yazarlar ve kadın ajanlar üzerinde durulmuştur. İngiliz derin devleti içinde bir kısım ajanların tecrübelerini farklı isimler altında kitaplaştırmaları bir gelenektir ve bu yöntemle halkları provoke etme ve psikolojik yönlendirme stratejisi uygulanmaktadır. Kitaplar, çoğu zaman okul ve üniversitelerde ders kitabı halini almakta, kimi zaman da filmleştirilerek geniş bir kesime ulaşmaktadır. Amaç, mesajı olabildiğince çok insana ulaştırabilmektir.

İngiliz derin devletinin ikinci önemli geleneği ise, kilit görevlerdeki ajanlarını kadınlardan seçmesidir. Bu iki önemli konuda öne çıkan isimleri inceleyelim:

 

İngiliz Ajan Yazarlar

James Bond Kitabının Yazarı Ian Fleming

MI6 gizli servis ajanı James Bond, yeteneklerini ustaca kullanan, neredeyse hiçbir zaman hata yapmayan ve ülkesini mutlaka başarıya ulaştıran bir film karakteri olarak ünlenmiştir. Bu karakter, aslında II. Dünya Savaşı sırasında İngiliz Deniz Haber Alma Ajansı’nda görev yapmış olan Ian Fleming’e aittir. Fleming, daha sonra MI6 için çalışmaya başlamıştır.

Ian Fleming’in görevi sadece II. Dünya Savaşı ile sınırlı olmamıştır. Savaş sonrasında Fleming’in görev alanı, İngiliz derin devletinin daima hedefinde bulunan Türk toprakları olmuştur. İngiliz derin devleti, yine azınlıkları hedef almış, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde derin bir yara olan 6-7 Eylül 1955 olayları bu şekilde patlak vermiştir. Hatırlanacağı gibi 6 Eylül 1955 tarihinde, Atatürk’ün evinin bombalandığına dair ortaya atılan provokatif yalan haber sonucunda bir kısım halk ve derin devlet yancıları sokağa dökülerek azınlıkların ev ve dükkanlarını yağmalamaya başlamıştır. Bu, tam da Londra’da, İngiltere, Yunanistan ve Türkiye arasında yapılan Kıbrıs müzakerelerinin devam ettiği bir dönemdir. Türk tarihinde kara leke olarak kalan bu olayın, daha sonra İngiliz ajanı Ian Fleming tarafından organize edildiği ve söz konusu haberi yayan İstanbul Ekspres Gazetesi‘nin de bu amaçla kullanıldığı anlaşılmıştır. Normal tirajı 20 bin olan İstanbul Ekspres, 6 Eylül günü 290 bin basılmıştır. Hızla basılan gazete, o dönemde kurulmuş olan Kıbrıs Türk’tür Derneği üyelerince bütün İstanbul’da satılmış ve halkı galeyana getirmek için kullanılmıştır.

IanFleming CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
Ian Fleming

İstanbul Ekspres Gazetesi‘nin sahibi Mithat Perin, yıllar sonra verdiği bir röportajda 6-7 Eylül Olayları’nı tetikleyen yalan haberin basımı sırasında yaşadığı anormal olayları şöyle anlatmıştır:

Gazete, Tan Matbaası’ndaydı. Ben Merkez Han’daydım. Gökşin (Sipahioğlu) bana telefon açtı. Böyle böyle bir haber var dedi. “İkinci baskı yapalım” dedi. “Yapmayalım” dedim. “Hava da kötü, elde kalıyor” dedim. “Peki” dedi. Biraz sonra bayi telefon açtı. Gazetelerin parasını peşin vereceğim dedi. … Fuat Büke. Başbayi. Matbaaya girdiğimde 180 bin basılmış bile. Haberim yok. “Kağıt nereden buldunuz?” dedim. “Bulduk” dediler. Kağıdımız çok kısıtlıydı. Anormal bir şey olduğunu anladım. Gittim rotatifte kağıdı kestim. “Ne yapıyorsun?” dediler. Kağıdı kestim ama kalıpları kesmek aklıma gelmedi. “Bundan sonra basmayın” dedim. “Peki” dediler. Ben oradan çıktıktan sonra yine bağlamışlar kağıdı.69

Görüldüğü gibi, gazetenin provokatif yalan haberini içeren nüshasının basımını, gazete patronunun müdahalesini bile engellemiş olan gizli bir el yönetmiştir. O gizli el de İngiliz derin devletinin ajanı Ian Fleming’den başkası değildir.

Söz konusu provokatif haber, doğrudan Ian Fleming tarafından kurgulanmış ve İngiliz derin devleti tarafından “kiralanmış” söz konusu gazete ve dernek tarafından yayınlaştırılmıştır (Söz konusu dernek ve gazetede samimi olarak görev yapan, İngiliz derin devletinin kirli oyunlarından habersiz kardeşlerimizi tenzih ederiz).

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi Ian Fleming, 6-7 Eylül tarihlerinde, kendi oluşturduğu kargaşanın tam göbeğinde, Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndedir. İstanbul’a, Atatürk’ün evinin bulunduğu Selanik üzerinden gelmiştir.

Fleming bunu hiç saklamamıştır. O tarihte, İngiltere Denizaşırı İstihbarat Teşkilatı adına İstanbul’da yapılan bir Interpol toplantısına güya katıldığını ve bu esnada söz konusu kalabalığın ortasında kaldığını söylemiştir. İşin daha ilginç yanı ise, Fleming’in söz konusu Interpol toplantısına gerçekte hiçbir zaman katılmamış olmasıdır. Orada bulunmasının tek sebebi provokasyondur.

6-7 Eylül olaylarının hemen ertesinde İngiliz Sunday Times Gazetesi’nde “İstanbul’da Büyük Ayaklanma” başlıklı, tümüyle görgü tanıklığına dayanan ve olayları neredeyse naklen anlatan bir haber çıktı. Nedendir bilinmez, bu büyük haberi yazan kişinin adı yoktu. Ian Fleming, çok yakından tanık olduğu 6-7 Eylül olaylarından iki yıl sonra James Bond’u ve kendisini bir anda dünyaya tanıtacak olan From Russia With Love (Rusya’dan Sevgilerle) kitabını yazdı. Kitapta, ilginç bir şekilde, maceranın tamamı Türkiye’de İstanbul’da geçiyordu.70

İngiliz derin devletinin geçmişten beri hedefi, içinde pek çok etnik kökeni barındıran, her görüşten insanı ve bütün dinleri barış içinde bir arada tutan Türk Devletini paramparça hale getirebilmek ve nihayetinde ortadan kaldırabilmek olmuştur. Osmanlı’nın yıkılış döneminde bu oyun fazlasıyla oynanmış, bizim milletimizin unsurları olan Araplar, Hintliler, Kürtler, Ermeniler İngiliz derin devleti tarafından kışkırtılmıştır.

Bu oyun, her ne kadar Osmanlı’nın yıkımına yol açtıysa da, İngiliz derin devletinin Türk Devleti’ni külliyen yok etme stratejisi başarıya ulaşamamıştır. Çünkü karşılarında Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını bulmuşlardır.

Görülebildiği gibi İngiliz derin devletinin bu hain stratejisi, Cumhuriyet’in kuruluşunun sonrasında da devam etmiş ve Türk Milleti’ne asla yakışmayan 6-7 Eylül hadisesi, çok milletli, çok kardeşli bu ülke üzerinde derin yaralar açmıştır. İngiliz derin devleti, bu kara propaganda sonrasında her yönden devreye girmiş ve gelişen tüm olaylar 1960 darbesini hazırlamıştır. Darbeler bölümünde söz konusu detaylar üzerinde durulacaktır.

 

Herbert George Wells

wells 1 CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
Herbert George Wells

Bir başka MI6 ajanı olan H. G. Wells, İngiliz derin devletinin himayesinde kurulmuş olan Yuvarlak Masa (Round Table) üyesidir. Bu kişi, “dünyayı yönetecek olan dev bir gizli örgüt stratejisinin oluşturulmasını” sağlayanlar arasındadır.Wells, 1880’lerin ikinci yarısında Fen Bilimleri eğitimi veren bir okula devam etmiş ve burada “Darwin’in Bulldog’u” olarak tanınan Thomas Huxley ile tanışmıştır. Wells, Huxley’nin Darwinist görüşlerinden fazlasıyla etkilenmiştir. Evrimci görüşleri romanlarında açıkça ortaya çıkmıştır. Malthus yanlısı  görüşlerin de destekçisi olmuştur. Tek dünya ve beyin kontrolü fikirleriyle İngiliz istihbaratına hizmet vermiştir.

  1. G. Wells, Time Machine (Zaman Makinesi) isimli kitabında “uyuyanlar daha da uyutulacak, belki bir kısmı imha edilecektir; kalanların şekilleri değiştirilecek, mağara adamı (troglodyte) olacaklar ve yeraltında çalışma kamplarına alınacaklardır” ifadelerinde bulunmuştur.
  2. G. Wells, The Outline of History (Tarih Taslağı) adlı kitabında ise, Milletler Cemiyeti’nin bir çeşit “hükümetler cemiyeti” olduğunu söyleyerek, dünyanın asıl olarak bir “insanlar cemiyeti”ne ihtiyacı olduğunu savunmuştur. Egemenliği tek tek devletlerden merkezi otoriteye aktaran bir “Dünya Anayasası”na sahip bir “Dünya Birleşik Devletleri”nin kurulması gerektiğinden bahsetmiştir. Söz konusu merkezi otorite de İngiliz derin devleti olacaktır.

Wells’in, Time Machine (Zaman Makinesi), The Invisible Man (Görünmez Adam), The War of the Worlds (Dünyalar Savaşı) ve tümüyle evrim propagandasının yapıldığı The Island of Dr. Moreau (Dr. Moreau’nun Adası) kitapları, tipik bir İngiliz istihbaratı propaganda merkezi ürünleridir. Wells’in The Open Conspiracy (Açık Komplo) isimli kitabı İngiliz derin devletinin tek dünya düzeni amacını kurgulamak üzere yazılmıştır.

Söz konusu kitaplar, sanki önemli edebi eserlermiş gibi, adeta klasikler serisi içine dahil edilmiştir ve ülkemiz de dahil olmak üzere pek çok ülkede üniversitelerde seçme kitaplar arasında okutulmaktadır. İngiliz derin devletinin bilinçaltı kurgulama yöntemleri oldukça sinsi metotlarla özellikle genç nesillerin zihinlerine enjekte edilmektedir.

John Le Carré (David John Moore Cornwell)

JohnLeCarre 174x300 CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
John Le Carré

2. Dünya Savaşı sonrasında, Soğuk Savaş’ın en hararetli dönemlerinde İngiliz istihbaratında görev yapmıştır. İngiliz istihbarat geleneğine uyarak bir yandan da edebiyatla uğraşmıştır. Le Carré, o yıllarda yarattığı George Smiley adlı sakin yaradılışlı, abartılı meziyetleri olmayan baş karakterinin etrafında dönen çeşitli romanlar yazmıştır.

Asıl adı, David John Moore Cornwell’dir. Bern’de üniversite öğrenimi sırasında İngiliz istihbarat örgütüne katılmıştır.

İlk romanı Call For the Dead‘i (Ölüyü Çağırmak) 1961’de yazmıştır. Romanını MI6’e okutarak onayını almış, ancak kendisinden takma isimle yazması istenmiştir. İngiliz ajanı olduğunu ilk günden beri reddeden yazar, BBC’nin 2000 yılı yapımı The Secret Center (Gizli Merkez) isimli belgeselinde ajan olduğunu itiraf etmiştir.

 

Eric Ambler

EricAmbler 218x300 CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
Eric Ambler

MI6’de çalışmıştır. The Mask of Dimitrios(Dimitrios’un Maskesi) ve Journey Into Fear (Korkuya Yolculuk) isimli ilk romanlarında mekan olarak Türkiye’yi kullanmıştır. The Light of the Day(Gün Işığı) adlı kitabından uyarlanan Topkapı filmi bir dönemin en önemli sinema klasikleri arasında gösterilmiştir. Topkapı filmi de, pek çok İngiliz istihbaratçısının filmleri gibi İstanbul’da çekilmiştir.

 

William Somerset Maugham

SomersetMAugham 197x300 CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
William Somerset Maugham

Ian Fleming, Eric Ambler gibi, İngiliz istihbarat birimi MI6’da görev yapan bir başka yazar ise William Somerset Maugham’dır. I. Dünya Savaşı’nda İngiliz istihbarat birimine girmiştir. 1917 yılında MI6 tarafından Bolşevik devrimini engellemek için Moskova’ya gönderilmiştir.

1928’de Fransız Rivierası’ndan bir ev alıp sadece yazıyla ilgileneceğini söylemiştir. Aslında amaç, tüm diğer istihbaratçı yazarlar gibi romanları yoluyla derin devlet politikalarını yaygınlaştırmaktır. II. Dünya Savaşı sırasında hikayelerini, Hollywood’da sinemaya aktarmıştır.

 

George Orwell

GeorgeOrwell 181x300 CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
George Orwell

Asıl ününü Animal Farm (Hayvan Çiftliği) ve 1984 adlı kitaplarıyla yapan George Orwell gençliğinde sömürge polisiydi. Daha sonra yazar ve sosyalist oldu. Yaşamının son dönemlerinde ise İngiliz gizli servisinin muhbiriydi.

Asıl adı Eric Arthur Blair olan George Orwell, Hindistan sömürge yönetiminde görevli bir İngiliz ailenin çocuğu olarak 1903 yılında Hindistan’da doğdu. Orwell, sömürgecilikten nefret ettiğini belirten açıklamalarda bulunmuş olsa da, yerli halka karşı öfke duyduğunu da açıkça belirtmeden edememiştir.

Orwell, II. Dünya Savaşı başlayınca İngiliz derin devletinin himayesindeki bir yayın kuruluşu olan BBC’nin Hindistan yayınları bölümünün başına getirildi. İngiliz ve Amerikan gizli servisleriyle bağlantıya geçen Orwell, onlara tehlikeli eğilimler taşıdığını düşündüğü muhalif aydınların bir listesini sundu. Animal Farm ve ardından derin devletin şifrelerini anlattığı 1984 kitabı ile bu kitaplardan yararlanılarak yapılan filmler, Soğuk Savaş’ın kültür alanındaki en büyük operasyonlarından biri olarak CIA’nın desteğiyle bütün dünyaya dağıtıldı. Bu iki roman, ülkemizde, Boğaziçi Üniversitesi başta olmak üzere pek çok okulun hazırlık sınıfında ders kitabı olarak okutulmaktadır.

Orwell, Animal Farm isimli romanında, “Başka bir dünyanın mümkün olduğunu düşünmenin, özgürlük ve eşitlik peşinde koşmanın, düzeni değiştirmek istemenin, beyhude bir çaba olduğu” mesajını vermektedir. Ona göre; “Ortaklaşa eylemle yeni bir dünya kurulması mümkün değildir. Efendiler ve köleler, sömürücüler ve sömürülenler, yönetenler ve yönetilenler hep olacaktır; bundan kaçış yoktur.”

İngiliz eleştirmen ve yazar Raymond Williams, Orwell’in kitabında yoksulları hayvanlara benzetmesindeki hıza dikkat çekerek, bu mecazla yoksul halkın hayvanlar gibi güçlü ama bilinçsiz sayıldığını belirtmiştir. Orwell, güçlerinin bilincine varamayacakları için hayvanların da, yoksulların da sömürülmeye mahkum olduğunu iddia etmiştir. Orwell’in ürkütücü mantığına göre, hayvanlar nasıl bilinçlenemezse, yoksullar da bilinçlenemezler; dolayısıyla gerçek bir değişimin imkansız olduğu iddia edilir.

Orwell, yoksulları küçümseyici bakış açısını açıkça dile getirmekten çekinmemiştir:

Çocukluğumun ilk yıllarında, benimkine benzer bütün ailelerin çocuklarının hemen hepsi gibi, ben de “sade” insanları neredeyse insan-altı bir tür sayardım. Okul yıllarımda da, işçi sınıfına mensup kişilerin insan olduğuna ilişkin hiçbir kavram edinmemiştim. Uzaktan baktığımda onlara acırdım; ama ne zaman onların yakınına gelsem, yine onlardan nefret eder, yine onları küçük görürdüm.71

 

Aldous Huxley

AldousHuxley 185x300 CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
Aldous Huxley

Aldous Huxley, “Darwin’in Bulldog’u” olarak tanınan evrimci Thomas Henry Huxley’in oğludur. Kardeşi Julian Huxley, Kraliyet Akademisi’nden (Royal Society) Darwin Madalyası sahibi bir evrimcidir. Kuruluş dönemindeki diğer Kraliyet Akademisi üyeleri gibi Aldous Huxley de homoseksüeldir. (Detaylı bilgi için bkz: Adnan Harun Yahya, Üst Akıl İngiliz Derin Devletinin İçyüzü, 1. Cilt, 3. Baskı, s. 69)

Aldous, tıpkı kardeşi Julian gibi, Oxford’ta İngiliz ajanı H. G. Wells tarafından eğitilmiştir.72 1932 yılında yayınlanan Brave New World (Cesur Yeni Dünya) isimli romanında, tüm dünyaya egemen olacak totaliter bir yönetimi, yani tek hakimi olan bir dünya devletini anlatmıştır. Bu sistemde insanlar, düzen tarafından itaat etmeye programlanmışlardır. Huxley, kitabının 1946 yılında yayınlanan önsözünde bu konuya dikkat çekmiş ve “etkin bir baskı düzeninde kitlelerin zor kullanmadan yönlendirilip denetim altında tutulacağını, çünkü insanların köleliği sever duruma geleceklerini” yazmıştır.

Brave New World‘de bu “gönüllü itaat”in sağlanması için kullanılan bazı önemli yöntemler vardır: Öncelikle tarih tamamen yok edilmiştir. Dünya Devleti’ni yöneten bir iki üst düzey yöneticiden başka kimse tarihi bilmemektedir. Bu durumda insanlar, dünyada var olmuş tek toplum modelinin, içinde bulundukları toplum olduğunu sanmaktadırlar. Bu yüzden de içinde yaşadıkları düzeni başka düzenlerle kıyaslama imkanına sahip değildirler. Gerçek özgürlük bilinmediği için, yaşanan köleliğin de farkına varamamaktadırlar.

Brave New World‘de itaati sağlamak için kullanılan bir başka yöntem de, toplumun düşünmemesini sağlamaktır. Bunun için de iki çare bulunmuştur: Serbest ve sınırsız cinsellik ve “soma” adı verilen bir tür keyif verici, uyuşturucu madde. İnsanlar günün belli vakitlerinde Dünya Devleti’nin istediği biçimde çalışmakta, kalan zamanlarını ise cinsel ilişki ve soma ile geçirmektedirler. Ayrıca, Dünya Devleti’nin resmi ideolojisini zihinlere enjekte etmek için kullanılan “duyu-film” denen bir tür sinema vardır. Yeni Dünya’nın insanları, serbest cinselliğin temeli olan “herkes herkese aittir” prensibini korudukları ve kendilerine “soma” dağıtıldığı sürece mutlu olduklarını sanmakta ve düzene itaatte kusur etmemektedirler. Romanın bir yerinde, Dünya Devleti’nin bir “denetçisi”, toplum için şu ifadeleri kullanmaktadır:

Berbat mı? Hayır, hiç de böyle bulmuyorlar. Tam tersine hoşlarına gidiyor. Son derece hafif ve çocukça basit. Zihinde veya kaslarda hiçbir baskı yok. Yedi buçuk saat hafif, yorucu olmayan iş. Sonra herkesin soma payı, oyunlar, sınırsız ölçüde çiftleşme, duyu-filmleri. Daha ne isteyebilirler ki? … Bugün dünya istikrarlı. İnsanlar mutlu; istediklerine sahip olabiliyorlar, sahip olamayacaklarını ise hiç istemiyorlar. … Öyle koşullandırılmışlardır ki, bugünkü davranış biçimlerinden başka türlü davranmaları ellerinde değil. Bu arada ters giden bir şey varsa o zaman da soma var.73

Huxley’in tüm bu tasvirleri görünüşte bir kurgudur. Ama aslında İngiliz derin devleti himayesinde gizli, totaliter bir devletin nasıl işleyeceği hakkında bir modeldir. Modele göre, gizli bir totaliterizm uygulayan Dünya Devleti üç yöntem kullanmaktadır: Tarihi değiştirmek, serbest cinsellik yoluyla ahlakı yok etmek ve insanlara beyin yıkayıcı, uyuşturucu zevkler sunarak onları duygusuz, düşüncesiz, pasif varlıklar şekline sokmak. Bu yöntemle insanların beyinleri susturulmakta ve uyutulmuş beyinlerin itaati kendiliğinden oluşturulmaktadır.

Wells ve onun dönemindeki pek çok yazar gibi Huxley de, kendince nüfus artışından endişe duymuş ve oluşmakta olan sözde “fazlalık kitlenin” elimine olması veya eğer bu sağlanamazsa, kontrol edilmesi gerektiğini iddia etmiştir. Kitleleri psikolojik olarak koşullandırılmış bir makine haline getirerek bu “sorunun” ortadan kalkacağını iddia etmiştir. İngiliz derin devleti, işte böylesine karanlık zihinlerin ürettiği korkunç fikirleri empoze ederek, hedeflediği dünya düzenini oluşturmayı amaçlamıştır.

 

2. Dünya Savaşı’nda Kadın Ajanlar

Kadın ajanlar, İngiliz derin devleti için her zaman önemli birer koz olarak kullanılmıştır. İngiliz derin devleti, özellikle I. Dünya Savaşı başlarından itibaren, sadece istihbarat yönünden değil, toplumları kargaşalara, isyanlara hatta bölünmelere sevk etmesi yönünden de kadın ajanları kullanmıştır. Daha sonra Amerika’da da bu modelden esinlenilerek Women’s Army Corps – WAC (Kadınlar Ordusu Kurumu) kurulmuştur.

WAC2 CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
Kadın ajanlar, İngiliz derin devleti için hep önemli bir kozdur. Amerika’da kurulan Women’s Army Corps – WAC (Kadınlar Ordusu Kurumu), İngiliz modelinden esinlenerek oluşturulmuştur.
WAC CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
The Special Operation Executive – SOE (Özel Operasyonlar Birimi), Churchill tarafından kurulmuş ve kurum kapsamında pek çok kadın ajan faaliyet göstermiştir. Kadınlar özel olarak eğitilmiş, acımasız katiller haline getirilmişlerdir.

2. Dünya Savaşı, kuşkusuz kadınların İngiliz derin devleti tarafından daha etkin kullanıldığı bir dönem olmuştur. Churchill, istihbarat faaliyetleri için özel bir birim kurmuş ve buna “Özel Operasyonlar Birimi” (The Special Operation Executive – SOE) adını vermiştir. Tarihçi John Smith, bu birim ile ilgili olarak şu açıklamada bulunur:

Churchill, ordunun, donanmanın ve hava gücünün yanı sıra dördüncü bir gücün de olmasını istemişti. Bu grup, Almanları yıkıma uğratacak ve rahatsız edecek ve müttefiklerin kazanma ihtimalini artıracaktı. SOE bu görevi gerçekten yapmıştır.74

AjanlarToplu CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARIAjanlarToplu CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
Virginia Hall (alt solda) ve diğer kadın ajanlar adeta acımasız robotlara dönüştürülmüşlerdir. Pek çoğu, görevleri bitince İngiliz derin devleti tarafından katledilmiştir.

Bu görev için kadınlar özellikle eğitildiler. Sert eğitimli ve erkeksi görünümlü bir kısım kadınlar, itici, bir o kadar da şaşırtıcı bir acımasızlık duygusu içinde, derin devletin ajanı haline getirildiler. Adam öldürme, bombalama gibi eylemleri tereddüt etmeden yerine getirdiler. Her ajan, yanında “L pill” adı verilen ve içildiğinde kişiyi birkaç dakika içinde öldürebilen arsenik kapsülleri bulunduruyordu. Bu kapsüller giysilerinin içine dikilmekteydi; herhangi bir yakalanma durumunda, ajanın “konuşturulma” ihtimaline karşı bunu içerek intihar etmesi isteniyordu. Özellikle telsiz operatörlerinin yaşam süresi 6 haftayı geçmemekteydi.75

Ajanlar, patlayıcı yerleştirmek, hırsızlık, sahtecilik, sabotaj ve sessizce öldürme üzerine eğitilmişlerdi.

Savaştan sonra her binası yıkılıp yok edilen, dolayısıyla yıllar boyunca varlığı gizli kalan İngiliz Özel Operasyonlar Birimi ile ilgili bilgiler, yakın zamanda bir TV belgeseli ile gözler önüne serilmiştir. Savaş sırasında ve sonrasında burada 3000 kadar ajanın eğitildiği bilinmektedir.76

 

soe2 CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
SOE’nin yetiştirdiği kadın ajanların en önemli özellikleri erkeksi görünümleri, kısa saçları ve donuk bakışlarıdır.

İngiliz derin devletinin eğitim kamplarında özel olarak eğitilen ajanlar veya bunların çeşitli ülkelerde yetiştirdikleri yancılar, tam anlamıyla İngiliz derin devletinin himayesine girmişlerdir. Yazar Banu Avar, söz konusu kadınları şu şekilde tarif etmiştir:

Küresel sırtlanlar, “kadın”a özel bir önem verirler. Kadın bir toplumun itici gücüdür. Yani vatanına, milletine bağlı kadın cinsi, formatı koyanlar için çok “tehlikeli”dir. Küresel çete için hedef ülkelerin, kadını “kimliksizleştirmek”, “milletsiz kadın” formatını dayatmak ya da “küresel çıkarlar” için uğraşan “kadın robotlar” yaratmak ilk görevidir.77

“Kadın robotlar”, İngiliz derin devleti himayesindeki söz konusu kadınları tanımlamak için çok yerinde bir ifadedir. Çünkü İngiliz derin devletinin himayesindeki kadın ajanlar, bu görevlerini kendi ülkelerinin istikrarı için değil, İngiliz derin devletinin himayesinde oldukları için yapmışlardır. Nitekim birazdan göreceğimiz kadın ajanların büyük bölümü İngiliz değildir; ama İngiliz istihbaratı için hizmet vermişlerdir. Çeşitli ülkeler içinden seçilmiş yancılar ise, bu sözlerde açıkça vurgulandığı gibi, kendi vatanına ve milletine adeta düşman olan, menfaat ile kandırılmaya ve İngiliz derin devletinin yönlendirmesine oldukça açık olan kişilerdir.

İşte bütün bu sebeplerle İngiliz derin devletinin, özellikle yakın tarihte ajanlar edinmesi, bu ajanların da bir kısmının kadınlardan oluşturması, hiç zor olmamıştır.

AjanlarYasli CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
İngiliz derin devleti için, “kadın” toplumun itici gücü olarak kullanılmalı ve bu da kadın robotlar üreterek gerçekleştirilmelidir. II. Dünya Savaşı’nda ajanların robotlaştırılmış kadınlardan seçilmesinin nedeni budur.

 

AjanlarToplu  CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
İngiliz derin devleti için, “kadın” toplumun itici gücü olarak kullanılmalı ve bu da kadın robotlar üreterek gerçekleştirilmelidir. II. Dünya Savaşı’nda ajanların robotlaştırılmış kadınlardan seçilmesinin nedeni budur.

Anne Maria Walters CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
 Anne-Marie Walters

Anne-Marie Walters

Yarı İsviçreli yarı Fransız olan Anne-Marie Walters, Cenevre’de büyümüştür. Özellikle II. Dünya Savaşı sırasında İngiltere’de yapılandırılan WAAF (Women Auxilary Air Force – Yardımcı Kadın Hava Gücü) içinde faaliyete başlamış ardından Churchill’in Özel Operasyonlar Birimi’ne henüz 19 yaşındayken girmiştir. II. Dünya Savaşı sırasında aktif görev yapmıştır; kod adı Colette’tir. Yıllar sonra Almanya’ya yönelik casusluk faaliyetlerini Moondrop to Gascony (Gascony’e Ay Damlası) isimli kitabında yayınlamıştır.78

 

Christine Granville

granville CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
Christine Granville

Churchill’in “gözde ajanı” olarak bilinen Christine Granville, gerçekte Polonyalıdır. Asıl ismi Maria Krystyna Janina Skarbek’tir. Hitler’in Polonya’yı işgali döneminde İngiliz gizli servisi tarafından görevlendirilmiştir. Görevi, direniş güçleri kurup Almanların güçlerini kırmak ve önemli yerlere gerilla saldırıları düzenletmektir. Görevi boyunca pek çok komutanı baştan çıkarma görevini üstlenmiş ve açıkça İngiliz gizli servisi tarafından kullanılmıştır. Görevini bitirmesinin ardından Granville, bir otel odasında yine İngiliz derin devletinin elemanları tarafından bıçaklanarak öldürülmüştür.79

 

Vera Atkins

veraatkins CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
Vera Atkins

İngiliz derin devletinin kadın ajanlarından biri olan Vera Atkins, yine II. Dünya Savaşı sırasında görev yapmıştır. Ian Fleming’in James Bond serisindeki Miss Moneypenny’nin bu kişiden esinlendiği söylenmektedir. Atkins, gerçekte Romanya doğumludur; 1933 yılında Londra’ya taşınarak soyadını değiştirmiş ve İngiliz istihbaratı adına çalışmaya başlamıştır. O da, Churchill’in Gizli Ordusu olarak bilinen İngiliz Özel Operasyonlar Birimi için görev yapmaya başlamıştır. Churchill’in ABD’yi savaşa dahil etme çabaları sırasında Roosevelt, o dönemde CIA’in başı olan William Donovan’ı tetkik için Avrupa’ya göndermiştir. Churchill’in Vera Atkins’ten talebi ise, William Donovan ile mümkün olduğu kadar fazla zaman geçirmesi şeklinde olmuştur.80

Virginia Hall CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
Virginia Hall

 

Virginia Hall

Amerikan vatandaşı olan Virginia Hall, II. Dünya Savaşı sırasında İngiliz Özel Operasyonlar Birimi için görev yapmış, sonra görevine CIA’de devam etmiştir. Gestapo, Hall’u, II. Dünya Savaşı sırasında “müttefiklerin en tehlikeli ajanı” olarak tanımlamıştır.

 

Noor Inayat Khan

Noor Inayat Khan CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
Noor Inayat Khan

Noor Inayat Khan, İngiliz istihbaratı adına çalışmış olan Hint kökenli bir ajandır. Babası Sufi lider Hazrat Inayat Khan, Batı’da Sufiliğin yayılmasını sağlamış olan bir Müslümandır. Noor Inayat, II. Dünya Savaşı sırasında Londra’da Churchill’in kurduğu Özel Operasyonlar Birimi’nde ajan olmuştur. 1944 yılında Almanların eline düştüğü ve Dachau toplama kampında idam edildiği belirtilmiştir. Fakat daha sonra, Nur Inayat’ın İngiliz derin devleti tarafından özellikle Almanlara verildiği ve kasıtlı olarak ölüme gönderildiği anlaşılmıştır.81 İngiliz derin devleti, kendi kirli operasyonlarını gizli tutmak için, kendi adamını harcamaktan her zamanki gibi çekinmemiştir. Durumun örtbas edilmesi için ise ölümünden sonra Noor Inayat’a, İngiltere ve İngiliz Milletler Topluluğu’nun sivillere verdiği en büyük madalya olan George Cross madalyası verilmiştir. Ardından İngiltere’de Gordon Meydanı’nda Noor Inayat’ın büstü yaptırılmış ve bir kahraman olarak tanıtılmıştır.

 

Nancy Wake

Nancy Wake CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
Nancy Wake

Yeni Zelanda doğumlu olan Nancy Wake de, Churchill’in Özel Operasyonlar Birimi’nde ajan olarak çalışmış kadınlardan biridir. İngilizler tarafından casusluk ve sabotaj üzerine eğitilmiştir. Savaşın son aylarında, Normandiya Çıkarması sırasında 7000 savaşçının silahlanmasına yardım etmiş ve onlara liderlik etmiştir. İşgal altındaki Fransa’da defalarca silah, para ve kod pusulaları dağıtmış, defalarca yakalanmaktan son anda kaçmıştır. Müthiş kaçma yeteneği nedeniyle Naziler tarafından, “la Souris Blanche” (Beyaz Fare) olarak adlandırılmış, daha sonra kendi hayatını yazdığı romana da bu ismi vermiştir. Biyografi yazarı Peter Fitz Simons’a göre, Gestapo tarafından en fazla aranan isimlerin başındadır. Wake,“Bence en iyi Alman ölü Almandır … Çok fazla Alman öldürdüm, daha fazla öldürmediğim için ise çok üzgünüm” şeklindeki ifadesiyle ünlüdür.82

 

VioletteSzabo CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
Violette Szabo

Violette Szabo

Fransa doğumlu olan Violette Szabo da, aynı şekilde Churchill’in Özel Operasyonlar Birimi’nde ajan olarak çalışmıştır. Szabo’nun da savaş sırasında Naziler tarafından yakalanıp toplama kampına götürüldüğü ve orada idam edildiği belirtilmiştir. Ancak daha sonra, onun da, kirli operasyonlarını gizli tutmak amacıyla İngiliz derin devleti tarafından Almanlara teslim edildiği anlaşılmıştır. George Cross madalyası verilen nadir kadın ajanlardan biridir. Tıpkı bu ödülü ilk alan Noor Inayat Khan gibi Violette Szabo da bu ödülü ölümünden sonra almıştır. İngiliz derin devletinin, Almanlara yakalatıp ölümüne sebep olduğu kadın ajanları, daha sonra en yüksek derecelerle ödüllendirme alışkanlığını burada hatırlamak gerekmektedir.

 

ajana CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
Cecile Pearl Witherington Cornioley

Cecile Pearl Witherington Cornioley

İngiliz bir aileden gelen Pearl Cornioley Fransa’da büyümüştür. Savaş sırasında İngiliz Özel Operasyonlar Birimi’ne katılmıştır. Görevi kuryelik yapmak olan Cornioley, kendisi hiç makyaj yapmamasına ve son derece erkeksi bir görünümü tercih etmesine rağmen kozmetik ürünler satıcısı olarak kendini tanıtarak gerekli her yere ulaşabilmiştir. Cornioley, gerilla savaşında uzmandır. Bir süre ormanlık alanda yaşamış ve patlayıcıların tedarik edilmesini sağlamıştır. Almanlar, yakalandığı takdirde 1 milyon Frank ödülün verileceğini vaat ettikleri posterlerini her yere dağıtmışlardır.83

odette Sansom Hallowes 191x300 CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
Odette Sansom Hallowes

Odette Sansom Hallowes

Fransa’da doğan Odette Hallowes, daha sonra İngiltere’ye gelmiş ve İngiliz istihbaratı için çalışmaya başlamıştır. George Cross ödülü verilen kadın ajanlardan biridir. II. Dünya Savaşı sırasında, İngiltere’ye istihbarat sağladığı ortaya çıktığı için, Gestapo tarafından yoğun işkencelere maruz kalmıştır. Konuyla ilgili kendi ifadeleri şöyledir: “Gestapo karargahından ayrıldığımda ayak parmaklarımda hiç tırnak yoktu. Ama yine de konuşmadım.”84

 

Ajan 221x300 CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
Noreen Baxter

Noreen Baxter

1. Dünya Savaşı sırasında Churchill’in gizli ordusunda bulunan isimlerden bir diğeri de Noreen Baxter’dır. Baxter’ın görevi, tehlikeli görevlere gönderilmeden önce gizli ajanları eğitmektir. Baxter, bu ajanların eğitiminde büyük rol oynamıştır. Kendi deyimiyle bu kişiler, bir kişiyi rahatça öldürebilecek, kodları çözebilecek ve patlayıcılar konusunda uzman hale gelebilmektedirler. Bu kişilerin büyük bölümü işgal altındaki Avrupa’ya gönderilmiş ve neredeyse yarısı geri dönmemiştir.

Baxter, söz konusu ajanları eğitmek için, kimi zaman onları baştan çıkarmak için gönderilen bir sevgili şeklinde kullanıldığını da anılarında anlatmıştır. Eğitim verdiği bölümden Fransa’ya ajan olarak gönderilenlerin sayısı 400’dür; bunların 39’u kadındır.85

Amy Elizabeth Thrope (Betty Pack)

Ajanlar1 Kurtarıldı 232x300 CHURCHILL VE II. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZ AJANLARI
Amy Elizabeth Thrope

Kod adı Cynthia olarak bilinen Thrope, Amerika doğumludur ve İngiliz istihbaratı için görev yapmıştır. İngiliz Konsolosluğu ikinci katibi ile evlenmiş ve İngiliz vatandaşlığı da almıştır. Elde ettiği istihbarat bilgileri arasında, Almanların tüm mesajlarını kodladığı Enigma isimli cihazın detaylarını öğrenmek olmuştur. Genellikle Alman ve Polonyalı üst düzey görevlileri baştan çıkarmak için kullanılmış, öldüğünde Time dergisi onun için “yatak odasını, James Bond’un Baretta’sını kullanır gibi kullanıyordu” ifadelerine yer vermiştir. Thrope, “iki eski meslek olan casusluk ve fahişeliği birleştirmekten hiçbir pişmanlık duymadığını” belirtmiş ve “savaşlar saygıdeğer yöntemlerle kazanılamaz”demiştir.86

İngiliz derin devletinin II. Dünya Savaşı sırasında özellikle kadın ajanlar kullandığını detaylarıyla belirtmemizin sebebi, derin devletin bu geleneği günümüzde de devam ettirmesidir. İngiliz derin devleti, hali hazırda ülkeler içinde karışıklık çıkarmak istediğinde, devletleri ve hükümetleri gebe bırakmaya karar verdiğinde, şantaj ve tehdide başvurmak istediğinde genellikle kendisine yancılık yapan kadın ajanları tercih etmektedir. Oldukça küçük menfaatlere tamah eden ve genellikle İngiliz hayranı olan söz konusu yancılar, kendi milli, manevi ve ahlaki değerlerini tereddütsüz şekilde harcayacak kadar ucuz ve basit insanlardan oluşmaktadır. Günümüzde bu kompleksli ajanları tanımak aslında çok zor değildir. Çünkü bunlar İngiliz derin devletine bağlılıklarının bilinmesinden hastalıklı bir haz duymaktadırlar. Bu çirkin sadakatlerini, konuşmalarında, paylaşımlarında, yazılarında Churchill ve İngiltere hayranlığını, Rumilik ve homoseksüellik savunuculuğunu vurgulayarak veya fil gibi sembollere sık sık yer vererek göstermeye çalışırlar. İngiliz derin devleti, böyle insanları teşhis etmeyi gayet iyi bilmekte, kendi menfaatleri için kullanmakta ve çoğu zaman da, menfaatleri bittiği anda onları harcamaktadır. II. Dünya Savaşı’nın kadın ajanları, bunun canlı bir örneği olmuştur.

DİPNOTLAR:

Kaynakça:ingilizderindevleti.net

  1. Taha Kıvanç, 6-7 Eylül’de Ne Oldu? -1-, Yeni Şafak,7 Eylül 2005, http://www.yenisafak.com/arsiv/2005/eylul/07/tkivanc.html; “Fehmi Koru: 6-7 Eylül’de ne oldu, İngiliz parmağı varsa MI6 ajanı Ian Fleming herhangi bir rol oynadı mı?”, T24, 6 Eylül 2016, http://t24.com .tr/haber/fehmi-koru-6-7-eylulde-ne-oldu-ingiliz-parmagi-varsa-mi6-ajani-ian-fleming-herhangi-bir-rol-oynadi-mi,358612
  2. Lemi Özgen, “6-7 Eylül Olayları ve James Bond”,HThayat, 3 Eylül 2015, http://www.hthayat.com/yazarlar/lemi-ozgen/1031152-6-7-eylul-olaylari-ve-james-bond
  3. Ahmet Erhanlı, “George Orwell: Sömürge Polisi, Sosyalist, Muhabir”, Ürün,https://urundergisi.com/maka leler.php?ID=227
  4. “In The Shadow Of The Counterculture Revolutıon: Radical Change & Counterculture: Huxley, Esalen & Human Potential Movement”, Tavistock Agenda,http://tavistockagenda. iwarp.com/whats_new_43.html
  5. Aldous Huxley, Brave New World, 6. Bölüm, https:// http://www.huxley.net/bnw/sixteen.html
  6. “Beaulieu’s World War II ‘spy school’ remembered”, BBC, 29 Kasım 2010, http://news.bbc.co.uk/local/ hampshire/hi/people_and_places/history/newsid_9236000/9236954.stm
  7. A.g.m.
  8. “My secret life in Winston Churchill’s spy school”,Mirror, 2 Mayıs 2010, http://www.mirror.co.uk/news/uk-news/my-secret-life-in-winston-churchills-spy-218421
  9. Banu Avar, Zemberek, Remzi Kitabevi, 2016, s. 154
  10. Simon Mawer, “Special Agents: The Women of SOE”, The Paris Review, 21 Mayıs 2012, https://www.theparisreview.org/blog/2012/05/21/special-agents-the-women-of-soe/
  11. “The Spy Who Loved: The Secrets and Lives of Christine Granville by Clare Mulley – review”, The Guardian, 3 Ağustos 2012, https://www.theguardian.com /books/2012/aug/03/spy-loved-granville-mulley-review
  12. Erika Jarvis, “Five Badass Female Spies Who Deserve Their Own World War II Movie”,Vanityfair,http://www.vanityfair.com/hollywood/2016/11/allied-world-war-2-female-spy-movies
  13. “British SOE Agents executed at Dachau”, https://www. scrapbookpages.com/DachauScrapbook/BritishSOEagents.html
  14. WWII spy heroine who inspired Charlotte Gray movie dies aged 98… and her only regret was ‘not killing more Germans’, Daily Mail, 8 Ağustos 2011, http://www. dailymail.co.uk/news/article-2023775/WWII-spy-heroine-Nancy-Wake-inspired-Charlotte-Gray-movie-dies-aged-98.html#ixzz4hZSSusON
  15. Erika Jarvis, “Five Badass Female Spies Who Deserve Their Own World War II Movie”,Vanityfair, http:// http://www.vanityfair.com/hollywood/2016/11/allied-world-war-2-female-spy-movies
  16. “Odette Hallowes, 82, A British Agent Tortured by Nazis”, New York Times, 21 mart 1995, http://www.nytimes.com/1995/03/21/obituaries/odette-hallowes-82-a-british-agent-tortured-by-nazis.html
  17. “My secret life in Winston Churchill’s spy school”,Mirror, 2 Mayıs 2010, http://www.mirror.co.uk/news/uk-news/my-secret-life-in-winston-churchills-spy-218421
  18. Daniel Bates, “She used the bedroom the way James Bond used a Beretta.’ How seductress Betty Pack stole the secrets that helped defeat the Nazis – now Jennifer Lawrence is tapped to portray the ultimate honey trap spy”, Daily Mail, 5 Temmuz 2016, http://www.dailymail.co.uk/news/article-3674051/She-used-bedroom-way-James-Bond-used-Beretta-seductress-Betty-Pack-stole-secrets-helped-defeat-Nazis-Jennifer-Lawrence-tapped-portray-ultimate-honey-trap-spy.html

Siyonizm Felsefesi

SİYONİZMİN KÖKENLERİ

Siyonizm din dışı bir ideolojidir ve zaten onu zararlı, tehli, yıkıcı hale getiren asıl neden de budur. Ancak Siyonizmin bir de Yahudi inançları içinde yer alan bazı kaynakları, öncülleri vardır. Bu bölümde bunu inceleyeceğiz.

Yahudilik İlahi bir dindir. Allah`ın insanlara yol gösterici olarak indirdiği Tevrat`a dayanır. Ancak bir önceki bölümde incelediğimiz gibi, Yahudi tarihi içinde sık sık bu İlahi temelden sapmalar olmuştur. Bu sapmalar doğrudan dinden uzaklaşma şeklinde olduğu gibi, dini dejenere etme şeklinde de yaşanmıştır. Bu ikinci sapmanın en belirgin şekli, Yahudilik içinde, son derece kibirli, katı ve Yahudi olmayan insanlara karşı husumet dolu bir eğilimin gelişmesidir.

İlginçtir ki elimizdeki Yeni Ahit`in (İncil`in) içinde, Yahudilerin bu dini görünüşlü sapmasını eleştiren önemli pasajlar vardır.

Hz. İsa`nın ağzından aktarılan bu İncil pasajlarında, Yahudi toplumuna önderlik eden din adamlarından bazılarının çok kibirli, katı ve yabancılara düşman oldukları anlatılır ve samimi dindar Yahudiler bunlara karşı uyarılır. Örneğin Markos İncili`nde şöyle yazılıdır:

İsa ders verirken şöyle dedi: “Uzun kaftanlar içinde dolaşmaktan, meydanlarda selamlanmaktan, havralarda en seçkin yerlere ve şölenlerde başköşelere kurulmaktan hoşlanan din bilginlerinden sakının. Dul kadınların malını mülkünü sömüren, gösteriş için uzun uzun dua eden bu kişilerin cezası daha da ağır olacaktır.” (Markos, 12: 38-40)

İncil`de söz konusu samimi olmayan din adamları hakkında dikkat çekilen bir diğer özellik de Yahudi olmayanlara karşı çok önyargılı ve düşmanca davranmalarıdır. Hatta bu nedenle Hz. İsa`nın Samiriyeli (Yahudi olmayan) bir kadına iyilik etmesini garipsedikleri anlatılır.

Allah bizlere, bu katı kalpliliği, samimi olmayan Yahudilerin durumunu haber veren bir Kuran ayetinde de bildirmiştir:

Sözleşmelerini bozmaları nedeniyle, onları lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık. Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerden saptırırlar. (Sık sık) Kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet, aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever. (Maide Suresi, 13)

İşte bugün Siyonizm dediğimiz ve gerçekte din dışı olan ideolojinin temeli “katı kalpli”, kibirli Yahudi tavrıdır. Bu tavra sahip olan Yahudiler, dine karşı temelde gösteriş amaçlı bir bağlılık göstermişler ve koyu bir bağnazlık geliştirmişlerdir.

Bu durum, Yahudilerin bir kısmının tarih boyunca Allah`ın kendilerine gönderdiği peygamberlere karşı tutumlarında da belirleyici rol oynamıştır. Batıl inançlarından kopmak istemeyen Yahudiler, peygamberlere itaat etmekten ve hak dine uymaktan şiddetle kaçındıkları gibi, peygamberler ve iman edenler aleyhinde de türlü tuzaklar kurmuşlardır. Allah Kuran`da şöyle bildirmiştir:

olsun, Biz İsrailoğullarından kesin söz almış (misak) ve onlara elçiler göndermiştik. Onlara ne zaman nefislerinin hoşuna gitmeyen bir şeyle bir elçi geldiyse, bir bölümünü yalanladılar, bir bölümünü de öldürdüler. (Maide Suresi, 70)

Elçilerin kendilerine tebliğ ettikleri hak din çoğu zaman bu kimselerin menfaatleri ile çatışmış, bu nedenle peygamberleri öldürmeye dahi yeltenmişlerdir.

Bu artniyetli kimselerin en belirgin özelliklerinden birisi de bir şekilde hak dini dejenere etmiş olmalarıdır. Bunun bazı örnekleri Yahudilerin kutsal kitabı olan Tevrat`ta görülür. Tevrat, Allah`ın Hz. Musa`ya vahyetmiş olduğu kutsal bir kitaptır, ancak sonradan tahrif edilmiştir. Allah Hz. Musa`ya toplumunu doğruya yöneltmesi, onlara Kendi emirlerini bildirmesi için Tevrat`ı indirmiştir. Allah Kuran`da “Gerçek şu ki, Biz Tevrat`ı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik…” (Maide Suresi, 44) şeklinde buyurur. Hz. Musa ve onun ardından gelenler, insanlar arasında Tevrat ile hükmetmiştir.

Gerçek şu ki Biz Tevrat`ı içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik. Teslim olmuş peygamberler Yahudilere onunla hükmederlerdi. Bilgin-yöneticiler (Rabbaniyun) ve yüksek bilginler de (Ahbar) Allah`ın kitabını korumakla görevli kılındıklarından ve onun üzerine şahidler olduklarından (onunla hükmederlerdi.) Öyleyse insanlardan korkmayın benden korkun ve ayetlerimi az bir değere karşılık satmayın. Kim Allah`ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar kafir olanlardır. (Maide Suresi, 44)

Ne var ki, Hz. Musa`nın ölümünün ardından, inkarda direnen bir kısım Yahudiler Tevrat`ı değiştirip bozmuşlar ve ortaya bugün Eski Ahit olarak adlırılan Muharref Tevrat çıkmıştır. Muharref Tevrat incelendiğinde içinde Allah`ın birliği, Allah korkusu, adil olmak, tevazulu davranmak, hırsızlık yapmamak, zinadan sakınmak, hile yapmamak, masum insanların canına kastetmemek gibi hak dinin izlerini taşıyan pek çok hükümle karşılaşılacaktır. Öte yan, yine aynı kitabın içinde dejenere olduğu açıkça anlaşılan pek çok batıl efsane ve hüküm de yer almaktadır. Söz konusu efsaneler ve hükümler incelendiğinde ise ortaya çarpıcı bir gerçek çıkar: Bunlar Yahudi halkının çoğunlukla pagan kültürlerden etkilenerek kapıldıkları yanılgılardır. Ve Yahudiler içinde paganizme bağlı kalmakta direnen bir grup insan tarafından nesilden nesile aktarılarak neredeyse ilk hali ile muhafaza edilmiştir.

Bu durum, Yahudiliğin ana unsurlarının nesiller boyunca aktarılan efsaneler, mitolojik kavramlar, egzotik sembollerden oluşan bir felsefe haline gelmesine neden olmuştur.

Gerçekten de mitolojik kavramlar ve semboller, özellikle eski Mısır efsaneleri ve bu efsanelerde yer alan sözde kutsal kavramlar, Yahudi felsefesinde önemli bir yer tutar. Yahudi felsefesinin temel taşlarını ise Kabala ve Talmud oluşturur.

Talmud`un Yahudi Olmayanlara Karşı Körüklediği Nefret

Yahudilerin hayatında geleneklerin yeri büyüktür. Bir Yahudi dini sorumluluklarının ne olduğunu, kimle evlenebileceğini, kime karşı nasıl tavır takınacağını, nelerin yasak nelerin yasak olmadığını `Halakha` adı verilen dini kaynaktan öğrenir. “Yahudi şeriatı”nın temel kaynağı olan Halakha, hahamların “bir Yahudi nasıl yaşamalı” sorusunun cevabını en ayrıntılı biçimde vermek için hazırladıkları ve asırlar boyu yeni eklenmelerle genişlemiş yazılı bir dini kaynaktır. Klasik Yahudiliğe göre, bir Yahudi günlük hayatını nasıl geçirmesi gerektiğini öğrenmek için Muharref Tevrat`a ya da Eski Ahit`in öteki kitaplarına bakmamalıdır. Bunlar, sıradan insanlar tarafından anlaşılamazlar çünkü. Bunların anlamını sadece hahamlar kavrar ve Yahudi toplumu da dini onlardan öğrenir. Halakha, hahamların Yahudi toplumuna verdiği bu eğitimin toplığı kaynaktır. Halakha`nın en önemli kaynağı ise, `Talmud` adı verilen çok ciltli bir kitaptır.

Talmud`un pek çok pasajında, Muharref Tevrat`ta yer alan ve hak dinin etkilerini taşıyan açıklamalar göz ardı edilir ve başta belirttiğimiz gibi kibirli ve katı kalpli bir tutuculuk emredilir. Allah`ın emrettiği ahlak ile hiçbir şekilde bağdaşmayan saldırgan, bencil ve ırkçı bir modelin telkini yapılır. Tarihte çeşitli radikal Yahudi fraksiyonların ve günümüzde de Siyonist ideolojinin söylemlerinde göze çarpan kinin, öfkenin ve çatışmacılığın kökeninde Talmud`un “katı kalpli” öğretilerinin etkisi vardır.

Bugün liberal görüşü benimseyen pek çok Yahudi tarihçi ve akademisyen de İsrail`in şovenist uygulamalarının söz konusu katı Yahudi ideolojisinden kaynak bulduğunu ifade etmektedirler. Ünlü İsrailli akademisyen Israel Shahak bu gerçeğe dikkat çeken önemli isimlerdendir. Shahak, kimi Yahudilerin Tevrat`ı tamamen göz ardı edişlerini şu sözleri ile ifade etmektedir:

En radikal Yahudiler, kutsal kitabın büyük bir bölümüne kayıtsızdırlar ve kalan bazı bölümleri konusunda da, anlamları çarpıtılmış tefsirler aracılığı ile fikir sahibirdirler.1

Talmud`un öngördüğü `ideal Yahudi` modeli kısaca incelendiğinde, kastedilen daha net anlaşılacaktır.

Talmud`un büyük bölümü, -hak dinde temel kavramlar olan uzlaşma, anlayış, sevgi, merhamet gibi kavramların tam tersine- Yahudi-olmayanlara karşı kin beslemeyi ve imkan buldukça da bu kini eyleme dönüştürmeyi emretmektedir.

Öncelikle, diğer iki İlahi dine karşı son derece saldırgan bir tutum göze çarpar. Talmud yazarlarının tüm yeryüzünde en çok karşı oldukları insan Hz. İsa`dır. Oysa Hz. İsa, Allah`ın seçtiği ve dini insanlara tebliğ etmesi için gönderdiği mübarek bir insır. İman edenler Allah`ın gönderdiği tüm elçilere gönülden itaat ederler ve onlara derin bir saygı duyar, içli bir sevgi ile elçileri severler. Talmud`a göre ise, Yahudiler ellerine geçen İncil`leri, eğer şartlar uygunsa, yakmakla yükümlüdürler.2

Talmud`un Yahudi-olmayanlar hakkında verdiği diğer bazı ilginç hükümler şöyledir:

  • Bir Yahudi bir mezarlığın yanından geçerken, eğer o yer bir Yahudi mezarlığı ise orada yatanları takdis eden kısa bir dua okumalı, ancak mezarlık Yahudi-olmayanlara ait ise orada yatanların annelerine lanet etmelidir.3 Talmud kaynaklı bir başka geleneğe göre de, dindar bir Yahudi, bir kilise ya da Hz. İsa tasviri gördüğünde üç kere yere tükürmekle yükümlüdür.4
  • Talmud yazarlarının en bilinenlerinden olan Maimonides, bir Yahudi-olmayanın hayatının kurtarılması konusunda da sapkın hükümler vermiştir. Bu hükümlerin biri şöyledir:

Kendileriyle savaş halinde olmadığımız Yahudi-olmayanlara gelince, ölümlerine doğrudan sebebiyet vermek yanlıştır, fakat eğer ölüm anındaysalar onların hayatlarını kurtarmak yasaklanmıştır. Örneğin bir Yahudi-olmayanın denize düştüğü görülürse, boğulmaktan kurtarılmamalıdır.5

Maimonides`e göre, bir Yahudi doktorun bir Yahudi-olmayanı iyileştirmesi de, karşılığında para kazanılsa dahi, yasaktır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir noktaya değinir: “Eğer Yahudi bir doktorun bir Yahudi-olmayanı iyileştirmekten kaçınması, Yahudiler`e karşı toplumsal bir tepki gelişmesine neden olacaksa, o halde yasak ortadan kalkar ve hastanın iyileştirilmesi gerekir.”6

  • Talmud`un en büyük yazarlarından biri olan Maimonides`in ırkçı fikirleri de oldukça ilginçtir. Bir yerde şöyle yazar:

Türklerin bir kısmı ve kuzeydeki göçebeler ve zenciler ve güneydeki göçebeler ve bizim coğrafyamızda yaşayıp da onlara benzeyenler; bunların tabiatı daha çok düşük sesli bazı hayvanların tabiatına benzer. Benim düşünceme göre, bunlar insan seviyesinde değildirler. Seviyeleri bir insan ile bir maymunun seviyeleri arasında bir yerdedir.Çünkü görünüşleri maymundan daha çok insana benzemektedir.7

  • Haham Sofer,Responsumadlı Talmudik çalışmasında, Osmanlı İmparatorluğu içindeki Müslümanlar ve Hıristiyanlar hakkında ilginç yorumlar yapar. Bu sapkın yorumlara göre, bu insanlar, “başka ilahlara tapan putperestlerdir ve dolayısıyla dolaylı yoldan öldürülmeleri doğrudur”. Dahası, Sofer bu iki grubu, Eski Ahit`te adı geçen Amalek kabilesine benzetir.8 Eski Ahit`te Amalekler hakkında verilen hüküm ise şöyledir:

Orduların Rabbi şöyle diyor: Amalek`in İsrail`e yaptığını, Mısır`dan çıktığı zaman yolda ona karşı nasıl durduğunu arayacağım. Şimdi git, Amaleki vur ve onların herşeylerini tamamen yok et ve onları esirgeme ve erkekten kadına, çocuktan emzikte olana, öküzden koyuna, deveden eşeğe kadar hepsini öldür.9

Günümüzde de pek çok radikal İsraillinin Filistin halkını Amalek kabilesi olarak değerlendiriyor olmaları kuşkusuz dikkat çekici bir durumdur.

  • Talmud`un cinsel suçlar (zina) hakkında verdiği hükümler de ilginçtir. Eğer bir Yahudi erkek bir Yahudi kadınla evlilik dışı bir cinsel ilişkiye girerse, her ikisinin de öldürülmesi gerekir. Oysa eğer kadın bir Yahudi-olmayan ise, bu kez erkek sadece dayak yer; kadın ise yine ölüm cezasına çarptırılır. Aynı hüküm, Yahudi bir erkeğin Yahudi-olmayan bir kadına tecavüz etmesi durumunda da geçerlidir. Bunun arkasında yatan mantık ise, Yahudi-olmayan kadının her durumda “baştan çıkarıcı” sayılmasıdır. Kadın, “bir Yahudiyi günaha sokmuş” olduğu için ne olursa olsun birinci dereceden suçlu sayılmaktadır.10 Nitekim Maimonides, Yahudi-olmayan tüm kadınlar için “N.Sh.G.Z.” kısaltmasını kullanır. Bunlar, İbranice`deki “niddah, shifhah, goyah, zonah” kelimelerinin baş harfleridir. Kelimelerin anlamı ise şudur: “Kirli, köle, Yahudi-olmayan, fahişe”.11
  • Yahudiler ile Yahudi-olmayanlar arasındaki mal-mülk ilişkileri hakkında da Talmud`un ilginç hükümleri vardır. Eğer bir Yahudi kayıp bir eşya bulur da onun sahibinin bir Yahudi olduğunu fark ederse bunu sahibine geri vermekle yükümlüdür. Fakat eğer malı yitiren kişi bir Yahudi-olmayan ise, malın ona geri verilmemesi emredilir. Bir Yahudi-olmayana hediye vermek ise kesin biçimde yasaklanmıştır. (Ancak hahamlar, bir sonraki aşamada Yahudilere maddi kar getirebilecek hediyelere -bir başka deyişle rüşvetlere- izin verirler.) Alış veriş sırasında Yahudi-olmayanlara hile yapmak ise, eğer “dolaylı” yoldan olursa, meşru sayılır. Örneğin bir Yahudi, karşısındaki müşterinin kendisine yanlışlıkla fazla para verdiğini fark ederse, “senin yaptığın hesaba güvendim, benim saymama gerek yok” demelidir. Böylece eğer karşı taraf durumu sonradan fark ederse, suçlu duruma düşmez.12

Bu saydıklarımız, Talmud`un Yahudi-olmayanlara yönelik düşmanca hükümlerine yalnızca bir kaç örnektir. Yahudi geleneğinin bu geleneksel “şeriat kitabı” araştırıldığında, buna benzer daha pek çok hükme rastlamak mümkündür. Ancak bu bir kaç örnek bile, Yahudi ideolojisinin içeriği hakkında fikir sahibi olmak için yeterlidir.

Dikkat edilirse, bu hükümlerin bir kısmı Muharref Tevrat ve Eski Ahit`in belli bölümleriyle dahi çelişkilidir. Bunun nedeni, Yahudi ideolojisinin, Muharref Tevrat`ın ve Eski Ahit`in diğer kitaplarının hükümlerini de kendi düşüncesine göre yorumlayıp çarpıtmakta bir sakınca görmemesidir. Örneğin Hz. Musa`ya verilen “On Emir”den sekizincisi olan “Çalmayacaksın” (Çıkış, 20:15) hükmü, “bir Yahudiyi çalmamak” (yani kaçırmamak ya da rehin almamak) konusunda konulmuş bir yasak olarak açıklanır. Hükmün mal değil de insan “çalmak” şeklinde yorumlanmasının nedeni, “On Emir”in yalnızca ölümcül suçları içerdiğine dair Talmud yazarlarınca yapılmış bir kabuldür. Öte yan, Yahudi-olmayanların rehin alınması zaten Talmud tarafından izin verilen bir eylemdir.13

“Kardeşini kendin gibi seveceksin” (Levililer, 19:11) hükmünün yorumlanması da aynı şekildedir; “kardeşler” yalnızca Yahudilerdir. Nitekim bir Yahudi genel olarak Talmud tarafından bir Yahudi-olmayanın hayatını kurtarmaktan alıkonur, açıklaması da şöyle yapılır; “çünkü o senin kardeşin değildir”.14

Yahudi İdeolojisinin Mistik Boyutu: Kabala

Yahudilikte meydana getirilen dejenerasyonun “yasa” yönünü Talmud`da görmek mümkünken, mistik yöndeki dejenerasyonu da Kabala`da görmek mümkündür.

Kabala İbranice`de `gelenek` anlamına gelir. Yahudi ruhbanlarının asırlardır birbirlerine aktardıkları ve Eski Ahit`in gizli anlamları ile ilgilenen bir tür okültizm ve mistisizm yöntemidir. Kara büyü ile yakından ilişkili olan Kabala, Yahudi felsefesinden derinden etkilenen masonluk gibi pek çok örgüt ve tarikat tarafından da benimsenmiştir.

Kabala, özellikle Ortaçağ`dan başlayarak 17. yüzyılın sonuna kadar devam eden süreç içinde çok gündemdeydi ve dönemin toplumları üzerinde büyük etkisi vardı. Bu dönemde, Hıristiyan toplumu içinde de bazı gruplar Kabala ile yakından ilgilenmişlerdir. Bunun en önemli nedenlerinden birisi, Kabala`nın içinde saklı olduğuna inanılan sırlar ve mistik öğretilerdir.

Yahudiler, Kabala`da saklı olan ilmin ancak çok az insan tarafından kavranabileceğine inanırlar. Eski Ahit`te pek çok insanın farkına varamayacağı veya anlayamayacağı sırların, Kabala`ya vakıf olan kişi tarafından çözüleceği düşünülür. Kabala metinleri, bilinen kitaplardan farklı olarak, çok az kimsenin anlıyabileceği şekilde yazılmıştır. Kitapta anlamsız gibi görünen çok sayıda sembol vardır. Bazı metinlerde yazı kimsenin anlayamaması için şifrelenmiştir. Bu yüzden Kabala`yı tamamen anlamak mümkün değildir. Gerçek manasını Yahudi olmayanın (ve Yahudilerin büyük bir kısmının da) tam bilmediği Kabala, ancak hakkında yazılmış olan kitaplar ile tanınabilir.

Bu konudaki sorun ise şudur: Aslında Kabala, Yahudilik dışı bir kaynaktan, Eski Mısır`ın ve Mezopotamya`nın bazı putperest toplumlarının pagan öğretilerinden kaynak bulmaktadır. Bu öğretilerin temel bir unsuru olan “büyü”, bu nedenle Kabala`nın da önemli bir parçasıdır.

Kabalist öğreti, evrendeki metafizik dengeler, şeytani güçler ve bilinçaltı dünyasıyla yakından ilgilenir ve bunları büyü yöntemleri ile etkilemeyi amaçlar. Ünlü Yahudi araştırmacı Shimon Halevi, Kabala, Tradition of Hidden Knowledge (Kabala ve Gizli Sırlar Geleneği) adlı kitabında Kabala`yı şöyle tanımlamaktadır:

Pratikte Kabala, kötülüklerle ilgilenmenin yolu ve semboller yoluyla psikolojik dünya üzerinde güç kazanmanın tehli bir sanatı ve büyüye dayalı bir formudur.15

Kabala`nın en önemli özelliği, büyü ile yakından ilgili olmasıdır. Kabala`yı tanıtan en tanınmış kitaplardan biri Die Kabala (Von Papus) da, Kabala-büyü ilişkisi şöyle vurgulanır:

Kabala`nın teorisi, büyünün genel teorisine bağlanır.16

Kabala çalışmalarına özellikle Ortaçağ`da kimi Yahudiler tarafından öncelik verilmiştir. Ortaçağ Avrupası`nın skolastik yapısı, Yahudiler üzerinde çeşitli kısıtlamalara ve baskılara neden olmuş, bu dönemde, Kabala`da yer alan gizli öğretilerin hayata geçirilmesi ile Yahudi toplumunun kurtuluşa ereceği düşüncesi yaygınlaşmıştır. Kabala`da belirtilen çeşitli egzotik ritüellerle, tüm Yahudileri içinde bulundukları durumdan kurtarıp, onları `dünyanın efendileri` yapacağına inanılan Mesih`in yeryüzüne gelişinin hızlırılacağına inanılmıştır. Kabalist hahamlar bunun için kişisel yoğunlaşma, derin konsatrasyon ve çile egsersizleri ile garip ritüeller yapmışlar, birtakım ayin ve trans yöntemleri kullanmışlardır.

Bu batıl inanış ve uygulamalar, 13. yüzyılda Granadalı haham Moses de Leon tarafından yazılan Zohar kitabı ile doruğa ulaşmıştır.

Kabala`nın Sırları, Zohar ve Sefirot

Zohar her ne kadar 13. yüzyılın sonunda yazılmış olsa da içerdiği bilgilerin geçmişinin 2. yüzyıla kadar dayığı kabul edilir. İçinde antik dünyanın farklı ilimlerinin bulunduğuna inanılan Zohar`da en çok üzerinde durulması gereken, `Sefirot` kavramıdır.

Sefirot aslında bir tür şemadır. Kabalacılar, Sefirot`un Allah`ın evreni yaratışının bir tür temsili ve yansıma şekli olduğunu iddia ederler. Bu mistik doktrine göre, evrendeki tüm olaylar Sefirot`a göre şekillenmektedir. İnsanın ruhundan evrenin yapısına kadar herşey Sefirot şeması ile uyumludur. Tüm varlıklar Sefirot`a göre konumlanır, yaşam Sefirot`a göre şekillenir. Dolayısıyla çeşitli ritüeller ile Sefirot üzerinde yapılacak oynamaların, olayların gidişatını kişinin istediği yönde değiştirebileceğine inanılır. Bu sapkın inanışa göre, bunu herkes yapamaz, bunun için Kabala başta olmak üzere tüm mistik bilgilere sahip olmak gerekir.

Kısaca, Kabalacıların Sefirot`a önem vermelerinin temelinde bu yolla `tarihe yön verebileceklerine` inanıyor olmaları vardır.

“Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık” (Kamer Suresi, 49) ayetinde de buyurulduğu gibi, Allah tüm evreni ve insanlığı belirlenmiş bir kader ile yaratmıştır ve hiçbir varlığın, Allah`ın dilemesi dışında, bu kaderin dışına çıkması mümkün değildir.

Yahudi yazar Eli Barnavi, Kabala`yı ve Seifrot`un Kabalacılar için taşıdığı önemi şöyle anlatır:

Kabala, Ortaçağ`daki ilk ortaya çıkışını 12. yüzyılda Güney Fransa`daki Provins`de yaptı. Bununla birlikte asıl doruk noktasına 13. yüzyılda Sefer ha-Zohar`ın yazılımıyla birlikte İspanya`da ulaştı… Burada geliştirilen Kabala teorisine göre kutsallık, kendisini, Allah ve yaratılış arasındaki ilişkiyi açıklayan on Sefirot ile açıklıyordu. Bu Sefirotlar, Tanrısal aklı temsil ettiklerine göre, bütün varlıklar da bunlara göre konumlanabilirdi. Bu durumda insan, bazı ritüelleri uygulayarak, bu Sefirotları etkileyebilir ve dolayısıyla dünyanın gelişimine yön verebilirdi. Bu Sefirot teorisi, İspanya`daki Kabalacı öğretinin temel noktası haline geldi.17

Hatta Zohar kitabında insanın davranışlarının İlahi dünya üzerinde etkileri olacağı gibi bir sapkınlığa da kapsamlı olarak yer verilmektedir. Ancak tüm bunlar, hak din ile çelişen çok batıl inanışlardır. Zaten gerek Kabala`da, gerek Sefirot şemasında gerekse bu ritüellerde kullanılan semboller ve tanımlar da bu inanışın hak din öncesi putperest dönemden geldiğini göstermektedir. Eski Mısır yazıtları üzerindeki semboller dikkatli bir gözle incelendiğinde Kabalistik semboller ile benzerlikleri dikkati çekmektedir.

Unutmamak gerekir ki, egzotik ve mistik inanç ve uygulamalarla dünya üzerinde etki oluşturabileceğine inanmak çok büyük bir sapkınlıktır. Dünya üzerinde gelişen her olay Allah`ın bilgisi ve izni ile gerçekleşir. Allah ayetlerde şu şekilde bildirmiştir:

Onların işlemiş oldukları herşey kitaplarda (yazılı)dır. Küçük, büyük herşey satır satır (yazılı)dır. (Kamer Suresi, 52-53)

Dolayısıyla, Kabalistler en gizemli ritüelleri yaptıklarını sıkları ve tarihe yön verdikleri yanılgısına kapıldıkları a da aslında Allah`ın kendileri için dilemiş olduğu kaderi yaşamaktadırlar. “Gökte ve yerde gizli olan hiçbir şey yoktur ki, apaçık olan bir kitapta (Levh-i Mahfuz`da) olmasın” (Neml Suresi, 75) ayetinde de bildirildiği gibi, yeryüzünde olan ve biten herşey Allah katındaki kitapta bellidir. Kimsenin bunun dışında bir yaşam sürebilmesi ya da buna müdahalede bulunabilmesi kesin olarak mümkün değildir. Böyle batıl inançlara kapılanlar, ciddi bir aldanış içindedirler.

Kabala`nın günümüz Yahudiliğine ve Siyonizme olan en büyük (ve negatif) mirası ise, söz konusu “tarihin değiştirilebileceği” yanılgısı olmuştur. Bu nedenledir ki, din dışı bir hareket olan Siyonizm ortaya çıktığında ve Yahudiler için dini bir umut olan “Kudüs`e dönüş” ülküsünü din dışı ve siyasi bir hedef haline getirdiğinde, Kabalacı hahamlar bu projeye destek vermişlerdir. Siyonizme destek veren az sayıdaki dini liderden biri olan Haham Avraham Yitzhak Hacohen Kook, ünlü bir Kalabacı`dır ve Siyonizmi Mesih`in gelişinin insan eliyle hızlırılması olarak tanımlamıştır. (Buna karşılık pek çok Yahudi ise bunu bir “sekülerleşme” olarak görmüşlerdir ve bunda haklıdırlar. Bu gün de Siyonizme karşı çıkan dindar Yahudiler, söz konusu “sekülerleşmeyi” reddedenlerdir.)

Dinlerini Değiştirip Bozanlar

Bu bölümde incelediklerimizin gösterdiği gibi, Yahudi toplumu içinde yer alan bazı kimseler yalnızca Tevrat`ı tahrif etmekle kalmamış, aynı zama din ahlakına taban tabana zıt anlayışları Yahudi şeriatının önemli bir parçası haline getirmişlerdir. Yazdıkları kitaplarda, yaptıkları çarpık yorumlamalar ve çıkarımlarla, Hz. Musa`nın gerçek şeriatından tamamen uzak, geleneksel Yahudi ideolojisinin devamı olan bir yapı ortaya çıkarmışlardır. Allah Kuran`da söz konusu Yahudilerin, dinlerini değiştirip bozduklarını pek çok ayette bildirmektedir:

Onlardan zulmedenler, sözü kendilerine söylenenden başka bir şeyle değiştirdiler… (Araf Suresi, 162)

 

… Oysa onlardan bir bölümü, Allah`ın sözünü işitiyor, (iyice algılayıp) akıl erdirdikten sonra, bile bile değiştiriyorlardı. (Bakara Suresi, 75)

 

Artık vay hallerine; kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra az bir değer karşılığında satmak için “Bu Allah katındır” diyenlere. Artık vay, elleriyle yazdıklarından dolayı onlara; vay kazanmakta olduklarına.(Bakara Suresi, 79)

Aslında bu ahlaka sahip olan kimseler, henüz Hz. Musa hayatta iken ve onlara hak dini tebliğ ederken dahi Hz. Musa`ya çeşitli zorluklar çıkarmışlardı. En önemli özellikleri ise, puperestliğe gösterdikleri eğilimdi. Hz. Musa`dan önce de, Hz. İbrahim, Hz. İshak, Hz. Yakub gibi pek çok peygamberin tebliğine şahitlik eden Yahudiler tevhid dinini gayet iyi biliyorlardı, buna rağmen putperest Mısır toplumunun geleneklerinden çok etkilenmişlerdi. Nitekim Allah`tan gereği gibi korkmayan bu kişiler, ellerine geçen ilk fırsatta putperest ritüellere döndüler ve Hz. Musa`nın anlattığı hak dinden yüz çevirdiler:

 

İsrailoğullarını denizden geçirdik. Putları önünde bel büküp eğilmekte olan bir topluluğa rastladılar. Musa`ya dediler ki: “Ey Musa, onların ilahları (var; onların ki) gibi, sen de bize bir ilah yap.” O: “Siz gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz” dedi. Onların içinde bulundukları şey (din) mahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler(ibadetler) de geçersizdir.” (Araf Suresi, 138-139)

Ayetlerde bildirilen kişiler, Yahudi toplumu içinde söz sahibi konuma gelmişler ve pek çok kişiyi de peşlerinden sürüklemişlerdir. Bilinçsizce bu kişilere uyanlar da, kimi zaman Hz. Musa ile birlikte mücadele etmekten kaçınmışlar (Maide Suresi, 24), kimi zaman Allah`ı açıkça görmedikçe iman etmeyeceklerini söylemişler (Bakara Suresi, 55), kimi zaman Hz. Musa`ya karşı saygıya uygun olmayan bir tutum takınmışlar (Ahzap Suresi, 69), kimi zaman kendilerine verilen nimetleri unutarak nankörlük etmişler (Bakara Suresi, 61), kimi zaman Hz. Musa`nın kendilerine emrettiği şeriatı uygulamamak için mazeretler öne sürmüşlerdir (Bakara Suresi, 67-71).

 

 

 

SİYONİST İDEOLOJİ

Siyasi Siyonizm, aşırı milliyetçilik akımlarının hızla yayıldığı 19. yüzyıl Avrupası`nda, Theodore Herzl`in önderliğinde ortaya çıktı. Hareketin önderliğini yapan Yahudilerin hiçbiri dindar değildi; hatta aralarında pek çok ateist de vardı. Siyonizm büyük devletlerin yönetici kadrolarında kendisine önemli destekler buldu. Osmanlı İmparatorluğu`nun yıkılışının ardından Siyonist hareket, ana hedefi olan Yahudileri Filistin`e yerleştirme projesini hızla hayata geçirdi. II. Dünya Savaşı sırasında Nazilerin soykırımına maruz kalan Yahudilerin de Siyonistler tarafından büyük kafileler halinde Filistin`e götürülmesi ile birlikte, Siyonistler hedeflerine bir adım daha yaklaşmış oldular. Ancak Siyonistlerin hedeflerini gerçekleştirmeleri çok kanlı ve acımasız oldu. Söz konusu saldırganlık ve acımasızlık günümüzde de halen devam etmektedir. Bunun temelinde de Siyonizmin ırkçı, saldırgan ve işgalci bir ideoloji olması yatmaktadır.

Siyonist ideoloji Yahudileri bir vata toplamayı ve bağımsız bir Yahudi devleti kurmayı hedeflerken, dini değerlerden ziyade ulusal değerleri ön plana çıkarmaktaydı. Siyonistlere göre, Yahudiler yalnızca ayrı bir dini topluluk değil, ayrı bir ulus, ayrı bir ırktı ve bu ırka mensup tüm insanların tek bir çatı altında toplanması gerekiyordu. Bu çatının neresi olacağı sorusuna da Siyonistler dini değil, din dışı bir cevap aramışlar ve önce Uga`yı düşünmüşlerdi. Tarihe “Uga Planı” olarak geçen proje işlemedi ve Siyonist hareket hedef olarak Filistin`de karar kıldı. Ancak Filistin`e önem vermelerinin nedeni, bu bölgenin dini anlamı değil, “Yahudi ulusunun tarihsel vatanı” oluşuydu. Bu plan ortaya atılırken, Filistin topraklarında yaşamakta olan toplumlara ne yapılacağı, onların nasıl bir sonla karşılaşacağı ise tartışılmıyordu bile. Çünkü Filistin`de yaşayan halk Siyonistler tarafından yok sayılmaktaydı.

Bu yoksayış, Siyonist ideoloji tarafından 19. yüzyılın hakim ideolojisi olan Sosyal Darwinist bir mantıkla açıklanıyordu. Buna göre, sözde “Avrupalı ileri uluslar” arasında yer alan Yahudiler Filistinlilerden üstündü ve Filistinliler, Yahudilerin dilediği gibi hareket etmeye mecburdu. Darwinizm`in yoğun etkisi ile, Siyonistler Filistinlileri sözde henüz gelişimini tamamlayamamış bir tür hayvan olarak adlırıyor, dolayısıyla bu tür “aşağı” ırkların sonunun ne olacağı ile ilgilenmiyorlardı. Bu Sosyal Darwinist ideoloji, Siyonist ideolojiye damgasını vurdu. Öyleki neredeyse bir asır sonra bile, İsrail Başbakanı İzak Şamir, BM`in Siyonizmi ırkçılık olarak kabul eden kararı onaylamasının ardından yaptığı açıklamada şöyle diyordu:

Ağaçlardan inen insanlardan meydana gelen ulusların dünyanın liderliğini üstlenmeleri kabul edilebilecek bir şey değildir. İlkeller nasıl kendilerine ait fikirlere sahip olabilirler? Birleşmiş Milletler`in kararı bir kez daha bize göstermiştir ki, biz diğer uluslar gibi değiliz.18

Burada bir noktayı belirtmek ve Siyonizmi ne anlamda eleştirdiğimizi açıklamak gerekir. Kuşkusuz yaşadıkları ülkelerde zulme maruz kalan Yahudilerin dünyanın istedikleri yerine göç etmeleri ve orada kendilerine yeni bir yurt kurmaya çalışmaları son derece insani ve haklı bir taleptir. Yerleşmeyi istedikleri ülkenin Filistin olmasında da hiçbir sakınca yoktur. Siyonizm, eğer sadece bunu amaçlasaydı, meşru bir hareket olurdu. Ancak sorun, Siyonizmin sömürgeci ve işgalci bir projeye dönüşmesiyle başlamıştır. Haksız olan, asırlardan beridir söz konusu topraklarda yaşamakta olan insanların zorla ve baskıyla evlerinden, topraklarından çıkarılmaları, yurtlarını terk etmek istemeyenlerin ise acımasızca katledilmesidir. İşte Siyonizmi haksız kılan budur.

Kaynakça:

Siyonizm Felsefesi, Harun Yahya

İngiliz İç ve Dış İstihbaratı: MI5-MI6

İngiliz gizli istihbarat servisi MI6, dünyanın ilk istihbarat teşkilatı olarak bilinen İngiliz Askeri Haber Alma Teşkilatı’nın 6. kısmını temsil etmektedir. Sadece Kraliçe’ye karşı sorumludur. Kraliçe Elizabeth, MI6’in M bölümü tarafından bilgilendirilmektedir ve bu onu, ABD Başkanlarından bile daha bilgili hale getirmektedir.313 MI5 iç istihbarattan sorumluyken, MI6 sadece dış istihbarata yönelmiştir.

Tek istisnası ise Kuzey İrlanda’dır. Kuzey İrlanda, Britanya’nın parçası olmasına rağmen, İngiliz Dış İstihbarat Servisi MI6 tarafından izlenmektedir.

MI6, II. Dünya Savaşı sırasında Churchill tarafından kurulan Özel Operasyonlar İdaresi’nin (SOE) devamı niteliğindedir. Kuşkusuz II. Dünya Savaşı döneminde SOE’nin içinde ülkesini korumak adına canlarını siper eden vatanseverler bulunduğu gibi bugün de MI6 içinde bu uğurda çalışan vatanseverler bulunmaktadır. Fakat bu durum, her iki organizasyonun da İngiliz derin devleti projesi olduğu ve büyük ölçüde İngiliz derin devletinin himayesinde hareket ettikleri gerçeğini değiştirmemektedir. Söz konusu vatanseverler, buradaki ithamlardan münezzehtir.

SOE 3 İSTİHBARAT SERVİSLERİNDE DERİN DEVLET BAĞLANTILARI
2. Dünya Savaşı sırasında Churchill tarafından kurulan Özel Operasyonlar İdaresi (SOE)

MI6’in ilk oluşma süreci ise Osmanlı dönemine rastlar. Dünyanın ilk istihbarat teşkilatı olarak bilinen MI6, Rusya ile İngiltere arasında gerçekleşen Reval Görüşmeleri’nin ardından Osmanlı Devleti’ndeki gelişmeleri yakından takip etmek için organize olmuştur. Bir başka deyişle şekillendiği ilk andan itibaren en büyük hedefi, Türkler ve Türk toprakları olmuştur. İngiliz tarihçi Keith Jeffery, 800 sayfalık The History of the Secret Intelligence Service 1909-1949 (Gizli İstihbarat Servisi’nin Tarihi 1909-1949) adlı eserinde, MI6’in Osmanlı’daki gelişmeleri takip etmek için kurulduğunu ve bu dönem boyunca Osmanlı yönetim birimlerinin MI6 ajanlarınca takip edildiğini açıkça belirtmektedir.

MI5 2 İSTİHBARAT SERVİSLERİNDE DERİN DEVLET BAĞLANTILARI
(Üstte) MI5 Binası(Altta) MI6’in Osmanlı’daki gelişmeleri takip etmek için kurulduğunu belgeleyen İngiliz tarihçi Keith Jeffery

keith jeffrey 300x223 İSTİHBARAT SERVİSLERİNDE DERİN DEVLET BAĞLANTILARIAnkara Üniversitesi’nden Bülent Gökay, “Spying in the Ottoman Empire” (Osmanlı İmparatorluğunda Casusluk) isimli makalesinde ilk İngiliz ajanların 1878’de Abdülhamid döneminde Osmanlı Devleti’nde faaliyetlerine başladığını belirtmektedir. Dolayısıyla, henüz MI6 kurulmadan önce bile, İngiliz derin devleti Osmanlı topraklarında ajanlık faaliyetlerine başlamıştır. Konuyla ilgili detaylı bilgilere kitabın 1. cildinden ulaşabilirsiniz.

Savaş tarihi uzmanlarından John Ferris, MI6 sayesinde Osmanlı yöneticilerinin çok yakından izlendiğini, attıkları adımların daha önce bilindiğini belirterek “İngiltere’nin kazananı belli bir satranç oyunu oynadığını” söylemektedir.314

HaroldGibson İSTİHBARAT SERVİSLERİNDE DERİN DEVLET BAĞLANTILARI
Cumhuriyetin ilk yıllarında İngiltere’den Türkiye’ye gönderilen iki ajan Harold Gibson (en solda) ve Wilfred Dunderdale (solda)

Ferris, The British Army and Signals Intelligence During the First World War (I. Dünya Savaşı’nda İngiliz Ordusu ve Sinyal İstihbarat) adlı eserinde Arap, Ermeni ve Rum isyanlarının MI6 ajanlarının denetiminde çıktığını açıkça söylemektedir. MI6 ajanlarının, başta Enver ve Talat Paşa olmak üzere çok sayıda Osmanlı subayı ve devlet adamı ile yakın ilişkide olduğunu söyleyen Ferris, MI6’in bu devlet adamlarını da kullandığını belirtmektedir.

İngiliz tarihçi Keith Jeffery’e göre ise İngiltere, sadece Osmanlı’da değil, yeni Türkiye Cumhuriyeti’ndeki istihbarat faaliyetlerine de erken başlamıştır. MI6, bu yüzden en önemli ajanlarını Türkiye’ye göndermiştir. Özellikle İstanbul’a gelen ajanlar daha sonra en üst noktalara tırmanmışlardır. Bu yıllarda Türkiye’ye yollanan iki ajan Harold Gibson ve Wilfred Dunderdale özel olarak görevlidirler.315

İngiliz İstihbaratı Görev Sahası

Eski MI5 ajanı Annie Machon, İngiliz istihbarat servislerinin amacının devletin menfaatlerini korumak olduğunu belirtmiştir. Machon, kesin sınırları hiçbir zaman çizilemeyen ulusal güvenlik kavramını da oldukça elastiki bir nosyon şeklinde tanımlamıştır. Machon’a göre bu uğurda yapılan eylemler, farklı yasa dışı etkinlikleri kapsayabilir veya bu yasa dışı etkinlikleri kapatmak için kullanılabilir.

Machon, MI6’in yurt dışı faaliyetlerini genellikle konsolosluklardan yürüttüklerini belirterek, İngiliz istihbaratının etkinlik alanı içinde Türkiye’nin anahtar bir nokta olduğunu düşündüğünü söylemiştir. Machon’a göre bu nedenle İngiliz istihbaratı burada çok etkindir. Machon, İngiliz Dijital İstihbarat Servisi’nin (GCHQ) Kıbrıs’ta, bütün Doğu Akdeniz’de gerçekleşen iletişimi dinlemek ve analiz oluşturmak için kurulan çok büyük bir dinleme istasyonu bulundurduğunu belirtmektedir. İngiliz Dijital İstihbarat Servisi’nin asli görevi, siyasetçi, gazeteci, avukat vs. herkesi dinlemektir. Machon’a göre onlar için bölgede dinlenmeyecek kimse yoktur.

AnnieMachon 270x300 İSTİHBARAT SERVİSLERİNDE DERİN DEVLET BAĞLANTILARI
İngiliz istihbaratı ile ilgili pek çok bilinmeyeni ifşa eden eski MI5 ajanı Annie Machon

Machon, İngiliz istihbaratının, örneğin Türkiye’den bir ajan ya da yancı edinmek istediğinde izlediği stratejiyi ise şöyle anlatmıştır:

Potansiyel bir ajana üç yol ile yaklaşırlar. Birincisi; para ve ideoloji diğeri ise uzlaşma ve ego. Para, ideoloji ve ego yumuşak güçler. Sizinle çalışmayı onlar istiyorlarsa sana daha fazla iş birliğinde bulunacaklardır. Bu kişiyi tatile elinde bir çanta para ile yollarsın. Diğer bir yol ise ideolojidir. O da sizinle çalışmak isterse faydalı bir aktivite olur. Tabii ki bir de ego var.316

Machon, İngiliz derin devletine bağlı istihbarat kurumlarının, ana akım medyayı da hakimiyet altına aldığını açıkça belirtmektedir:

Mesela editörler arasında da ajan hiyerarşisi vardır. Neleri dahil edecekler, neleri dahil etmeyecekler bunları belirlerler. Kimisi muhabirdir. Aynı zamanda siyasetçilerle gazete çalışanları arasında bir iş birliği olur. Mesela gazeteciler ünlülerin telefonlarını kurcalar onların bilgilerini alır. Daha sonra siyasetçiler de usulsüzlüğün üstünü kapatır. Tabi ki İngiliz İstihbarat Servisi’nin (MI6) de bilişim operasyonları var.317

Eski MI5 ajanı Annie Machon, ana akım medyanın direk İngiliz derin devletinin kontrolünde olduğunu ve bu kontrolün, dünya siyasetine doğrudan etki ettiğini açık bir şekilde dile getirmiştir. Bu konuda kuşkusuz en çok konuşulan isim, özellikle İngiltere ve ABD’de en büyük medya gücünü elinde barındıran Rupert Murdoch’tır. Machon, bu konuyla ilgili şunları söylemiştir:

Murdoch İngiltere’de yıllardır “Kingmaker” (Kral Yapan) takma adıyla bilinmekte. Onun ve gazetesinin desteklediği başbakan adayı genellikle seçimi kazanır. … 1997’de seçimi ezici üstünlükle kazanmadan önce, Tony Blair’in Murdoch tarafından dünyanın öteki ucuna çağrıldığını biliyoruz. Bence bu başbakanlığı isteyip istemediğine karar verilen bir iş görüşmesiydi. Görüşmeden sonra Murdoch ve gazetesi Tony Blair’i destekledi ve o da seçimi kazandı. Aynı durum David Cameron için de geçerli. Kısaca bütün siyasetçiler Murdoch’a kur yapıyorlar. … Murdoch “atlayın” dediğinde siyasetçilerin soracağı soru; “ne kadar yüksekten” olacaktır.

Ana akım medyanın üst düzeylerinin, doğrudan İngiliz derin devletinin etkisi altında faaliyet yürüttükleri bir sır değil kuşkusuz. Murdoch, söz konusu isimler arasında en fazla öne çıkmış olmasıyla ünlü.

Machon, özellikle İngiliz istihbaratının kaynak olarak çoğunlukla gazetecileri kullandığını ve bir kısım gazetecilerin, özel istihbarat şirketlerine bilgi vererek ek gelir elde ettiklerini belirtmektedir. Bu şirketler, Stratfor, Diligence, Crawl, Blackwater gibi özel istihbarat kaynaklarıdır ve genellikle MI6 ya da CIA tarafından doğrudan halledilmesi sakıncalı olan işleri halletmektedirler.318

MI6: Fifty Years of Special Operations (MI6: Özel Operasyonların Elli Yılı) kitabının yazarı Stephen Dorril’in görüşlerine yer verilen “Playing Dirty – MI6 Documentary” (Hile Yapmak-MI6) belgeselinde, MI6 operasyonları ve bunlar için kullanılan taşeron şirketlerle ilgili şu açıklamalar yer almıştır:

cameron murdoch İSTİHBARAT SERVİSLERİNDE DERİN DEVLET BAĞLANTILARI
Machon’un bildirdiğine göre Rupert Murdoch, yıllardır İngiltere’de “kingmaker” (kral yapan) olarak bilinmektedir. Başbakanlık koltuğuna, genelde onun gazetelerinin desteklediği kişiler oturmaktadır.

MI6 dünyadaki politik durumu değiştirmek için black ops (kara operasyonlar) gerçekleştiriyor. (Stephen Dorril): “Buna hükümetleri devirmek, psikolojik operasyonlar, kara propaganda yapmak gibi işlemler dahil.” Bu operasyonların istihbarat merkezleriyle ilişkilendirilememesi için ise genelde taşeronlar kullanıyorlar.319

Açıkça görülebildiği gibi MI6 gibi doğrudan Kraliçe’ye bağlı bir kısım ana istihbarat kurumları, genellikle işlerini taşeron özel istihbarat kurumları, çeşitli ülkelerden devşirilen ajan ve yancılar, özellikle ana akım medya adına çalışan bir kısım gazeteciler yoluyla halletmektedirler. İngiliz derin devleti, dünyaya hakim olma hedefindeki temel mekanizmanın istihbarat olduğunu gayet iyi bildiğinden, istihbarat ve medya kurumlarına geniş anlamda hakim olmuş durumdadır.

MI6’in İngiliz Askerleri Üzerinde Yaptığı Yasa Dışı Deneyler

İngiliz Dış İstihbarat servisi MI6’in, 1950’li yıllarda yürüttüğü gizli deneylerde, İngiliz askerlerine kendilerinden habersiz şekilde LSD kullandırttığı ortaya çıkmıştır. Söz konusu askerlere bahane olarak da grip virüsüne karşı bir tedavi arandığı söylenmiştir. Askerler bu yüzden deneye katılmayı kabul etmişlerdir. Ama işin aslında, gizlice LSD verilerek, sakladıkları sırları bu maddenin etkisi altında itiraf edip etmedikleri gözlenmiştir.1

Ayrıca İngiliz yetkililerin sinir gazı deneylerinde de kendi askerlerini kullandığı ortaya çıkmıştır. Bu sebeple İngiliz hükümeti tazminat ödemeye mahkum edilmiştir. İngiliz askeri laboratuvarında, on yıllar boyunca kimyasal ve biyolojik silah deneylerinde binlerce genç kullanılmıştır.2

Bu deneyler, Soğuk Savaş yıllarının en gerilimli günlerine rastlamaktadır. O yıllarda İngiliz derin devleti, düşmandan rahatlıkla istihbarat toplayabilecekleri bir sihirli maddenin peşindedir. İşte bu nedenle kendi askerlerini bile kobay olarak kullanmaktan çekinmemiştir.

LSDasker İSTİHBARAT SERVİSLERİNDE DERİN DEVLET BAĞLANTILARI
MI6’in, Soğuk Savaş yıllarında, kendi ülkesinin askerleri üzerinde dahi çeşitli yasa dışı deneyler yaptığı belgelenmiştir.
  1. Rob Evans, “MI6 pays out over secret LSD mind control tests”, The Guardian, 24 Şubat 2006, https://www.theguardian.com/uk/2006/feb/24/military.past
  2. İngiltere’de kobay asker skandalı, Evrensel, 20 Ağustos 1999, https://www.evrensel.net/haber/117388/ingiltere-de-kobay-asker-skandali

MI5 Ajanının İtirafı: “Prenses Diana’yı Ben Öldürdüm!”

2017 yılının Haziran ayında ölüm döşeğindeki eski MI5 ajanı John Hopkins, çeşitli itiraflarda bulundu. 80 yaşındaki emekli MI5 ajanı, 1973-1999 yılları arasında 23 ayrı suikast gerçekleştirdiğini ve bunların arasında Prenses Diana’nın da bulunduğunu itiraf etti.

Kendisinin teşkilat tarafından tetikçi olarak kullanıldığını belirten Hopkins, genellikle ülke içinde İngiltere’ye tehdit teşkil edilen kişileri yok etmekle görevlendirildiğini açıkça belirtti. Hopkins’in ifadelerine göre öldürülenlerin çoğu politikacı, aktivist, gazeteci ve sendika liderleri.

Hopkins, öldürdükleri arasında, kadın olması ve Kraliyet ailesine mensup olması nedeniyle Lady Diana’nın ayrıcalık taşıdığını ve ölüm emrinin Kraliyet ailesi tarafından verildiğini belirtmiştir. İngiltere’de Kraliyet ailesinin doğrudan İngiliz derin devletinin yoğun baskısı ve kontrolü altında olduğunu unutmamak gerekmektedir. Lady Diana, İngiliz derin devletinin kirli işleriyle ilgili çok fazla detay bilmesi nedeniyle İngiliz derin devleti tarafından katledilmiş; bunun için de Hopkins gibi kiralık katiller kullanılmıştır.

Hopkins’in açıklamaları şöyledir:

Lady Diana, Kraliyete ait çok fazla sır biliyordu. İçinde büyük bir kin vardı ve bütün bu çılgınca iddiaları kamuoyuna açıklayacaktı. Patronum bana onun ölmesi gerektiğini söyledi ve biz de bunu bir kaza olarak gösterdik. Daha önce bir kadın, hele ki bir prenses öldürmemiştim. Ama kurallara uydum; bunu Kraliçe ve ülke için yaptım.

diana suikast3 1 İSTİHBARAT SERVİSLERİNDE DERİN DEVLET BAĞLANTILARI
Ölüm döşeğindeki MI5 ajanı John Hopkins, hayatının son günlerinde, Lady Diana’yı kendisinin öldürdüğünü itiraf etmiştir. Hopkins, teşkilat tarafından tetikçi olarak kullanılmaktadır.

Hopkins, bu konuda açılacak herhangi bir soruşturmanın sonsuza kadar süreceğini ve oldukça karmaşık olacağını, çünkü MI5 aktiviteleri ile ilgili oldukça az yazılı belge bulunduğunu belirtmiştir.

diana suikast2 İSTİHBARAT SERVİSLERİNDE DERİN DEVLET BAĞLANTILARI
Lady Diana’nın ölüm emri, doğrudan İngiliz derin devleti tarafından verilmiştir. Hopkins’e göre Diana için verilen bu emir, çok fazla sır bilmesi nedeniyledir.

Bu görevi neden reddetmediği veya bu entrikayı neden deşifre etmediği kendisine sorulduğunda ise “MI5 ajanlarının Krallığa karşı bağlılık yeminleri vardır, Kraliyet ailesi söz konusu olduğunda tarafsız olamayız” cevabını vermiştir.1 Aslında burada Hopkins’in belirttiği, ölüm döşeğinde de olsa açıkça ifade edemediği ama sadece bir şifresini verdiği konu, bütün bu suikastların İngiliz derin devleti denetimi altında gerçekleştiği ve Kraliyet ailesinin, İngiliz derin devletinin direktiflerini uygulamaya mecbur bırakılmış bir sistemin liderliğini üstlendiğidir. Hileli diplomasiyi her zaman ustalıkla kullanan İngiliz derin devleti, burada da ön plana Kraliyet ailesini çıkarmakta, tüm kirli işlerden onların sorumlu tutulmasını sağlamakta, tüm emirlerin onlardan çıktığı imajını vermeye çalışmaktadır. Böylelikle yine, perde arkasında kalan ve bu sayede de sinsi faaliyetlerini aksatmadan yerine getiren İngiliz derin devleti olmaktadır. Lady Diana’nın dünyanın gözleri önünde katledilmesi, buna verilecek en önemli ve en elim örneklerdendir.

 

  1. Baxter Dmitry, “Retired MI5 Agent Confesses On Deathbed: ‘I Killed Princess Diana’”, Your News Wire, 19 Haziran 2017, http://yournewswire.com/mi5-agent-killed-princess-diana/

DİPNOTLAR:

Not= Bu yazı İngilizDerinDevleti.net adlı siteden alınmıştır.

  1. Dr. John Coleman, Diplomacy By Deceptio: An Account Of The Treasonous Conduct By The Governments Of Britain and The United States,Bridger House Publishers, 1993, s. 198
  2. “MI6 Osmanlı’yı izlemek için kurulmuş!”, Dünya Bülteni, 6 Ekim 2010, http://www.dunyabulteni.net/?a Type=haber&ArticleID=131483
  3. “Milli Mücadele’de James Bond”, Habertürk, 4 Kasım 2012, http://www.haberturk.com/yasam/haber/791020-milli-mucadelede-james-bond
  4. “Annie MACHON (İngiliz Ajan)’dan Yaz-Boz’a Özel Olay Açıklamalar!”, 14 Aralık 2014, http://www.yolcumisali.com/2014/12/annie-machon-ingiliz-ajan-dan-yaz-boza-ozel-olay-aciklamalar.html
  5. “Annie MACHON (İngiliz Ajan)’dan İngiliz İstihbaratı ve Sosyal Medya”, 14 Aralık 2014, http://www.yolcumisali.com/2014/12/annie-machon-ingiliz-ajan-dan-ingilz-istihbarati-ve-sosyal-medya.html
  6. “Annie MACHON (İngiliz Ajan)’dan Yaz-Boz’a Özel Olay Açıklamalar!”, 14 Aralık 2014, http://www.yolcumisali.com/2014/12/annie-machon-ingiliz-ajan-dan-yaz-boza-ozel-olay-aciklamalar.html
  7. Playing Dirty – MI6 Documentary, Youtube

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.

Yukarı ↑

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın